Denizleri aş da gel: ‘Dönüş’
Azra Erhat, çevirisini A. Kadir’le birlikte yaptığı mitolojik destan “Odysseia”nın önsözünde şöyle der: “İlyada bir olayın, Odysseia bir kişinin destanıdır. Çağdaş okuyucu destan da demez Odysseia’ya, onu daha çok bir romana, bir filme benzetir. Gerçekten de konusuyla romanı, kuruluşuyla filmi andırır Odysseia.”
İtalyan yönetmen Uberto Pasolini, sinemalarımızda bugün gösterime giren filmi “Dönüş” (The Return) ile Homeros’un çağlar aşan destanının “film gibi” olmasının karşılığını veriyor ve geniş hacimli klasik eserin son bölümlerini beyazperdeye taşıyor.
BAZILARININ EVİ SAVAŞTIR
Başrollerde Ralph Fiennes ve Juliette Binoche gibi iki güçlü oyuncuyu gördüğümüz film, yıllar süren Truva Savaşı’nın ardından gene yıllar süren dönüş yolculuğuna çıkan, bu yolculukta tüm gemilerini ve adamlarını yitiren Kral Odysseus’un İthaka adasına vardıktan sonraki serüvenini öykülüyor. Homeros’un “Bütün yoldaşlarının canını kurtarmak istiyordu ama hepsi kendi çılgınlıkları yüzünden mahvoldular” diyerek anlattığı bir sürecin sonunda, “İnsanlar savaşa giden yolu nasıl bulurlar da evlerine giden yolu bulamazlar? Bazıları için savaş ev olur!” gerçeğini yaşayan bir adamın trajedisi var karşımızda. Adasına, evine, karısına, oğluna döndükten sonra da yurdunda bir dilenci kılığında yabancı kalan, kimliğini gizleyen, geride bıraktığı savaşın içinde kaybolmuş bir kralın, aslında mutlu, hatta romantik sonla biten öyküsü bu. Yokluğunda karısı Penelope’nin etrafını saran, sahipsiz sarayı ele geçirmeye niyetli çıkarcı ve sömürücü “taliplilerin”, oğlu Telemakhos’un, sarayı geri almak için yapılan planların, ok yarışlarının vb., destanın ana temasına uygun biçimde işlendiği ama seyirlik özelliği pek olmayan, Homeros’u, İlyada’yı pek bilmeyenlerin çok fazla keyif alamayacağı, öncelikle entelektüel seyirciye hitap eden bir kimlik, sadakat ve adalet çerçevesi çiziliyor “Dönüş”te.
İFFETİN SEMBOLÜ PENELOPE
Daha önce 1992’de “Uğultulu Tepeler” (Wuthering Heights) ve 1996 yapımı “İngiliz Hasta” (The English Patient) filmlerinde birlikte kamera karşısına geçmiş olan Fiennes-Binoche ikilisinin iç içe geçmiş iki kaşık gibi uyum içinde olduğu, oğulları Telemakhos’u canlandıran genç Charlie Plummer’ın da onlara ayak uydurduğu bu yarı-teatral uyarlama belli dozda aksiyon da içermiyor değil ama daha çok Penelope’nin gece gündüz dokuduğu bezler gibi sakin bir anlatım hâkim. Onlarca yıl boyunca kocasına (ki bu bir akraba evliliğidir) sadık kaldığı için mitolojide iffetin, vefanın, sevginin sembolü olan Penelope’nin taliplilerini oyalamak için başvurduğu oyunlar da yabana atılacak gibi değil.
Yönetmen Uberto Pasolini ve senaryoda imzası bulunan John Colle-Edward Bond, beyazperdede daha önce çoğunlukla “avantür-macera” yapısında ele alınmış olan “Odysseia”yı 116 dakikalık bir psiko-dramaya dönüştürürlerken, efsanede bolca yer alan tanrılardan, deniz canavarlarından, sirenlerden vb. arındırmış, masalsılıktan kurtarmış ve Azra Erhat’ın dediği gibi “bir kişinin destanı” biçiminde yorumlamışlar. Baba-anne-oğul üçgeninde her biri gösterişlilikten uzak çizilen karakterlerin ruhsal yaraları, travmaları, psikolojik derinlik içinde aktarılmış, Homeros’un biraz karmaşık sayılabilecek diyaloglarının sadeleştirilmesiyle de çağdaş bir yoruma ulaşılmış.
“Dönüş”, Homeros’un destanının sinemaya büyüleyici, çok etkileyici, çarpıcı, unutulmaz biçimde aktarılmasının bir örneği değil kesinlikle… Öte yandan, “Odysseia”yı okuduysanız ve uzun yıllar sonra evine dönen bir savaş gazisinin son mücadelesine tanıklık etmek istiyorsanız, kayıtsız kalmamalısınız.