29 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Deprem

Bülent İnce

Bülent İnce

Eski Yazar

A+ A-

Ülkemiz beşik gibi sallanıyor yine. Doğudan batıya, Akdeniz’den Ege’ye yaşadığımız coğrafyanın yüzde 75’i deprem tehlikesi altında. Yıllarca yaşadığımız sayısız felakete rağmen her deprem olduğunda sanki ilk kez olmuş gibi davranıyoruz, büyük bir panik içerisinde, devlet ricalinden basın kuruluşlarına, arama kurtarma ekiplerinden gönüllülere kadar bir sürü kişi ve kuruluş seferber oluyor, artçıların durmasından acıların büyük bir tevekkül içerisinde Allah’a havale edilmesine kadar geçen süre zarfında büyük bir curcuna bir kaos... Bir müddet sonra her şey unutuluyor, depremin yarattığı tahribat belleklerimizden siliniyor, ta ki yeni bir deprem oluncaya kadar hayat kendi rutinine dönüyor.

1999 depremini İstanbul’da yaşadım fakat Yalova’da yarattığı tahribatı hem kentin fiziki durumunda hem de insanların psikolojisinde yaşayarak gördüm. Yalova’ya iki defa yardım götürdüm arkadaşlarımla. İlkinde valiliğe yönlendirdiler bizi. Bir vali yardımcısı ilgileniyordu yardımlarla. Onu beklediğimiz yer uzun, loş bir koridorun ortasında, havalandırması olmayan basık bir yerdi. Biz üç kişi salona girerken istemedende olsa bayağı bir ses yapmıştık. Salonda birkaç kişi daha bekliyordu. Biraz ileride genç bir kadın elinde sigarası sandalyede oturuyordu. Bulunduğu yer vali yardımcısının kapısının yanıydı. Kapının kapalı olduğunu görünce kadına vali yardımcısının içerde olup olmadığını sordum. Yanı başında olmama rağmen sesimi duymadı, tıpkı içeriye girerken çıkardığımız gürültüyü duymadığı gibi… Genç kadının sandalyedeki Rodin heykellerini andırır hali gözümün önünden gitmiyor. Uzun bir süre bekledikten sonra çekinerek yanına yanaştım “merhaba” dedim. Döndü yüzüme baktı, çok şaşırmıştım, yüzü bana dönük olduğu halde sanki bana bakmıyordu. Aslında hiçbir yere bakmıyor, yüzünü artık taşımıyor gibiydi… Sanki yüzü tümüyle yere düşecek de paramparça olacak gibi emanet duruyordu. Yüzünde tiki vardı, dudakları titriyordu, gözünün birine elindeki peçeteyle baskı uyguluyordu. Depremde herhangi bir kaybının olup olmadığını sordum. Soruma en ufak bir tepki göstermedi. İki elini bacaklarının arasına sıkıştırmış, omuzlarını büzüştürmüş, üşüyor gibiydi. Oysa o Ağustos günü hava ateş parçasıydı. Tekerlekli sandalyemi çevirmiş tam dönecekken,“annemi, babamı ve kız kardeşimi kaybettim” dedi. O an kelimeler gırtlağımda büyüdü, konuşamadım… Ne denirdi ki?O an teselli etmeye çalışmak kadar boşuna bir çaba olabilirmiydi? Bir yığına dönen ben, tekrar yaktığı sigarasıyla zorla kalktığı sandalyeden yorgun bir şekilde yürüyerek çekip giden kadının ardından uzun bir süre öylesine bakakaldım.

Hayalet kente dönen Yalova’da insanlarda hayalete dönmüştü. Ama yaralar toplumsal dayanışma ruhu ve olağanüstü bir özveriyle kısmen atlatılmıştı, diğer bütün büyük felaketlerde olduğu gibi. Deprem gibi felaketler, bu ülkenin insanlarını bir arada tutan, siyasi ya da kültürel, her ne kadar farklılıklarımız varsa hepsini unutturup hepimizi “biz” duygusuyla bir araya getiren acılardır. Bu zamanlarda bu büyük acıyı ancak içtenlikle paylaşarak hafifletebilir hatta yok edebiliriz. Bu felaketten siyasi bir medet ummak en hafif deyimiyle de densizliktir. Ne demek istiyorum! Kullandığımız dilin zihinlerde yarattığı iz günlük davranışlarımıza da şöyle veya böyle etki yapıyor. Dilimiz aslında belleğimizdir. Neyi oraya depo etmiş, korumuşsak, içinde bulunduğumuz durumu da ona göre ifade ediyor ve ona göre yorumluyoruz. Mesela Elâzığ Valisinin, İçişleri Bakanı ve dört bakanla beraber düzenlenen basın toplantısı sırasında mikrofonun açık olduğunu bilmeyerek sarf ettiği “kamuoyunda algı çok iyi” sözü bu açıdan bakıldığında sorunludur. Bu vali yaşadığımız onca felaketi, binlerce, on binlerce ölümü, yüz binlerce yaralıyı, evsiz barksız kalanları nasıl bir zihin süzgecinden geçirip belleğine nasıl depolamışsa depolamış, bugün yeni bir felaketin kaygıların en yüksek olduğu bir anında bula bula bu lafı bulmuş: “Kamuoyunda algı çok iyi”.

Burada olan şu: İlin en büyük mülki amiri olan vali, bu lafıyla toplumsal bütünleşmeyi zedelemiş, durumu istismara götürecek kadar da sulandırmıştır. Merak ediyorum! O keşmekeşten, toz duman içinden, acı ve gözyaşları arasından nasıl vakit buldu da halkın algısını ölçtü vali bey…

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları