23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Deprem gerçeği ve siyaset yapma tarzı

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Bu gün itibariyle 17 Ağustos Gölcük depreminin üzerinden geçen süre çeyrek yüzyılı bulmuş oluyor. Geçen sürede deprem bizi hiç yalnız bırakmadı. İrili ufaklı ikazları bir tarafa bırakalım, Kahramanmaraş ve Hatay’ı yerle bir eden depremlerin üzerinden iki yıl bile geçmedi.

Jeolojik bir olgu olarak depremler ya da deprem dirençli kentlerin taşıması gereken özellikler benim uzmanlık alanım değil. Bir siyaset sosyoloğu olarak, arkada kalan çeyrek yüzyılın bilançosuna baktığımda gördüğüm şey şu: Yaşadığımız yıkım da, aradan geçen sürede ülkemizi depreme hazırlama konusunda yapılan işlerin yetersizliği de, Türkiye’nin sırtındaki en büyük kamburun “siyasetçi” denilen tip ve onun siyaset yapma tarzı olduğunu kanıtlamıştır.

SİYASET ÇÖZÜM, SİYASA SORUN

Siyaset toplumsal bir kurum. Her toplum ürettiği ekonomik kaynakları dağıtmak, insan kaynağını planlamak ve bir düzen kurarak geleceğin öngörülebilirliğini sağlamak zorundadır. Batılılar buna “politics” diyorlar. Fakat bir de “policy” var. Belli bir siyasal (kurumsal) düzenin içinde farklı aktörlerin birbiriyle rekabet etmesi, farklı çözüm önerileri getirmesi ve güç toplamaya çalışması sürecini anlatıyor. Türkçede bu durumu anlatmak üzere “siyasa” sözcüğü var. Fakat tutmadığı için pek kullanılmıyor. Böylelikle biz hem toplumsal kurum olarak siyasete hem de siyasal bir düzenin içinde yapılıp edilen işlere aynı sözcüğü kullanarak karşılık veriyoruz.

Oysa kavramlarla düşünürüz. Farklı olguları aynı kavramla karşıladığımız zaman düşüncemiz karmaşaya düşer. Bugün siyasetle ilgili olarak bu sorunu yaşıyoruz. Toplumsal bir kurum olarak siyaset, kaçınılmaz, vazgeçilmez ve gerekli bir ilişki sistemidir. Eğer bir toplumsal sorunumuz, ekonomik kaynakların yani üretimimizin artırılması, yarattığımız zenginliğin adil biçimde dağıtılması, insanlarımızın iş bulması, geleceklerinin planlanması ve insanlar arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesine dair ise, o siyaset kurumunun kapsamı içindedir ve çözümü yine siyasettedir.

Fakat belirli bir siyasal sistemin içinde yönetme ve zenginleşme hırslarını tatmin etmeyi hedefleyen, idraksiz, beceriksiz, kendini bilmeyen, kibirli, cahil, toy, sorumsuz ya da ahlaksız çok sayıda kimse, “çözüm getirme, halka hizmet etme” gibi kavram ve iddiaların arkasında kendi dümenini çevirir. Çoğu insan bu tür zübüklerin yaptığı siyasa tarzını siyasetin kendisi zannettiği için ya siyasetten soğur ya da istemese bile bu zübüklüğün bir parçası olarak kendi gemisini yürütmeye çalışır.

SORUN BİREYSEL DEĞİL YAPISAL

Türkiye’de uzmanlar işlerini yapıyor ve bizi kapımızdaki büyük depremler konusunda uyarıyorlar. Basın işini yapıyor ve her yıl dönümünde bize felaketi hatırlatıyor. Türkiye’de işini yapmayan ve yapamayacak olan siyasetçidir.

17 Ağustos depreminin üzerinden çeyrek yüzyıl geçtiği halde, Türkiye depreme hazır değilse, kentler dönüştürülmemiş, deprem dirençli hale getirilmemişse, toplum deprem kültürü edinmemişse, kaynaklar hala konserlere, lüks harcamalara, partilere hazine yardımlarına, siyasetçinin popülist hırslarına ve bireysel zenginleşme arayışına gidiyorsa, ortada kötü niyetle açıklayamayacağımız bir manzara var demektir.

Siyaset yapmak denilen ve belli türden bir “siyasetçi” tipi aracılığıyla yürütülen bu popülist ve demagojik rekabet, kötülükle değil, basitlik ve beceriksizliğin yapısal bir karakter kazanmış olmasıyla ilgilidir. Bu nedenle, Türkiye bu siyaset yapma tarzı ve bu siyasetçi tipiyle ne depreme hazırlanabilir ne de çözüm bekleyen kaynak yaratma, adil bölüşme, insanımızın geleceğini planlama türünden siyasal sorunlarına çözüm bulabilir.

Kapıdaki İstanbul depreminin getireceği yıkımın milli ekonomimiz ve güvenliğimizle ilgili büyük bir krize yol açacağını söylemeye gerek yok. Hatırlarsanız, ABD’nin “Bin yılın meydan okuması” (Millenium Challenge) adını verdiği işgal senaryosu bile yıkıcı bir depremin ardından gelen askeri müdahale zeminine oturtulmuştu.

Türkiye gibi bir ülkeyi yönetmenin sorumlulukları vardır. Zaten coğrafyamız zor ve toplumumuz hareketli. Üzerine bir de doğanın getirdiği deprem, ısınma, kuraklık vb. türünden tehlike yükleri biniyor. Bütün bunlar şaka değil ama siyasa alanındaki kalite düzeyimiz bir şakanın sorumluluk sınırlarını aşamıyor.

Böyle durumlarda milletleri bekleyen iki seçenek vardır: Ya toplum program ve çözüm odaklı siyasetçi tipini arayıp bulup işbaşına getirerek büyüyen sorunlarını çözmeye yönelir ya da ülke basit demagogların elinde yıkıma gider ve nitelikli siyasetçiler, omuzlarındaki yük katlanmış olarak, o yıkımın enkazı içinden doğrulurlar.

Siyaset Deprem İstanbul ABD Toplum