28 Eylül 2024 Cumartesi
İstanbul 26°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Devlet dini olarak laiklik? (5)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Dünkü yazım şöyle bitiyordu: "Oysa laiklik, kendisi bir din ve inanç olmadığı gibi hiçbir dine ve inanca karşı değildir. Sadece, benim deyişimle, birey ve toplumları dincilerin saldırısına karşı korur. AKP bunu da anlamadığı için, iktidarda durmadan suç işlemektedir." Şimdi devam edelim:

Fransa laikliği ile Türkiye laikliğini birbirine karıştırmayalım. Başlangıç olarak 1789 tarihini, sonuçlanma olarak 1905 yasasını kabul edersek, Fransız laikliği 119 yılın eseridir. 1789 öncesinin çabalarını hesaba katarsak 200-250 yılı bulur. Fransız laikliği 200-250 yılın birikimiyle ortaya çıkmıştır. Bir siyasal ve düşünsel iktidar mücadelesinin sonucudur.

Ama gene de, 8 Ekim 2013 günü yayınlanan "Fransa'da Okullarda Laiklik Yasası ve Türkiye" başlıklı yazımda değindiğim gibi Fransa, İslamcılık karşısında kendini korumak için önlemler almak zorunda kalmaktadır. Şimdi bir kez daha Henri Pena-Ruiz'e başvuralım:

***

"İslamcı cemaatçilik, çoğunlukla toplumsal durumun alevlendirdiği radikallik nedeniyle saptırılarak bir simgesel, siyasal ve hukuki talepler dizisi haline getirilmektedir. Bugün mesele, her yerde türban takma zorunluluğunu elde etmektir. Yarın, düzenin devamı için tehlikeli sayılan eğitim disiplinlerini sansüre uğratacaktır. Öbür gün, cemaat mensupları, zekice bir hamleyle yeni sömürgeciliğin reddedilmesi olarak temalaştırılmış olan kültürel kimlik adına, himaye altına almaya engel olan cumhuriyet yasalarına istisna teşkil edecek bir özel statü yasası talep edecektir. Fransa'da, Fransa İslami Örgütler Birliği'ne (UOIF) yakın duran kimi düşünürler, laikliğin ilkelerinin hatırlatılmasını 'köktencilik' olarak etiketlemekten çekinmemekte ve laikliğin anti-laik taleplere hak verecek biçimde reforme edilmesini istemektedirler." (Laiklik Nedir? S.194)

***

Yani Fransa'daki İslamcılar amaçlarına kolayca ulaşmak için laikliğin İslamcılığa uygun düşecek biçimde yeniden tanımlanmasını istemektedir. Türkiye'de Cumhuriyet'in devrim yasalarını fiilen yürürlükten kaldırarak imam-hatip okullarını temel eğitim kurumu haline getiren, türbanı kamusal alana ve okula sokan AKP tarikatı hükümetinin, geleceği güvence altına almak için anayasanın ilk dört maddesini değiştirmek istemesinin; laikliğin kendine uygun bir tanımını dayatmasının gerçek nedeni anlaşılmıyor mu?

İslamcılık uluslararası emperyalist bir harekettir.

Türkiye'de okulların imam-hatipleşmesiyle, zorunlu din dersleriyle, kamuda türbanın serbest bırakılmasıyla Cumhuriyet laiklik niteliğini fiilen kaybetmiştir. Bu Cumhuriyet'e karşı yapılmış bir darbedir. Darbe girişimi değil, adıyla sanıyla bir darbedir.

***

Demokrasi ve laikliği anlayıp içine sindirememiş olan İslamcı topluluk, egemen konumunu bir ölçüde yitirmiş olduğu ve toplumun tamamını baskı altına alamadığı için, inancını özgürce yaşayamadığı, mağdur edildiği ve zulüm gördüğü yaygarası yapmaktadır. Yaptığı, bir seri katilin cinayetlerine engel olan polisten şikayetçi olmasına benzer bir durum. Aslında, onlara göre, "inancını özgürce yaşamak" şeriat hayatıdır. İktidara sarılmaları ve saldırganlıkları buradan kaynaklanmaktadır.

1950 öncesinde yaşadıklarını söyledikleri zulüm, Osmanlı dönemindeki imtiyazlarını yitirmiş olmakla özetlenebilir. Oysa Müslümanlar, inançlarını tek parti iktidarında da özgürce yaşamışlar, sadece İkinci Dünya savaşı döneminde ve mali bunalım dolayısıyla birkaç kez hacca gidememişlerdir. O kadar.

O zamanlar, demokrasi ve laikliği anlamadıkları gibi, ekonomi ve üretimden de anlamadıkları için, cumhuriyetin kendilerini "masa" ve "kasa"dan özellikle uzak tuttuğunu sanıyorlardı. Şimdi bürokrasi masasına oturdular, devlet kasasının anahtarı da ellerinde, yozlaşma okyanusunda pupa yelken gidiyorlar.

On yıllık hal ve gidişleri, ruh ve kafa sağlıklarının hızla bozulmakta olduğunu gösteriyor. Yoksa 500 kişinin yaşadığı dört camili köyde neden beşinci cami istesinler ve Çamlıca'nın tepesine, Tanrı'nın yarattığı güzelliği yok etmek pahasına, neden cami dikilsinler?

***

Devrim yasaları ve toplumunun öz malı olan 6 ok Cumhuriyetin temellerini oluşturur. Postmodern ve küreselleşme meftunu naylon demokrat ve ikinci cumhuriyetçilerin sandığı gibi ne devrim yasaları eskimiş ne de 6 ok dogmalaşmış ve modası geçmiştir. Tam tersine küreselleşme batağa saplanmış, postmodernizm ise farıyıp kullanım süresini doldurmuştur.

Sözünü ettiğim iki oluşturucu program (devrim yasaları ve 6 ok) devrimci cumhuriyetin baş ilkesi niteliğindedir. İsteyen bunlara geleceğin kilidini açacak anahtar adını da verebilir.

Laiklik olmasa cemaatleşmiş toplum bütünleşmez, bütünleşmiş toplum cemaatlere ayrılır ve İslam dünyasının yaşadığı kanlı kör döğüş başlar. Bu nedenle, toplumun huzuru ve barış içince gelişme için dindarlar da laikliği savunmak zorundadır. Laikleşmeden İslam dünyasının adam olması, saygınlık kazanması, kendi kaderine, özgürlük, egemenlik ve zenginliklerine sahip olması olanaksızdır. Laikleştiği ölçüde demokrasiyi de oluşturma olanaklarına kavuşur.

***

Ancak AKP tarikatı yönetiminde gidiş bunun tam tersi yöne ve yolda. Amaçları, laikliği yürürlükten kaldırmak, gerçek dindarları militan İslamcı kalıba sokmak ve bir Taliban rejimi kurmak. Bu da onların programı.

Bu nedenle devrimci laikliğinin değerini anlamamak, dahası, daha da ileri giderek onu bir "din" olarak tanımlamak, tarih önünde, insanlığa ihanet olur.

Victo Hugo, 1850 yılında, "Kiliseyi kendi yerinde, devleti kendi yerinde görmek istiyorum" diyordu. Ve unutulmamalıdır ki, Victor Hugo ve Jean Jaurès sosyal cumhuriyet ile laik özgürleştirmeyi aynı ülküde birleştiriyordu.

Son söz: Başta kadınlar olmak üzere aklı olan herkes bu ülküde birleşir!