Devlet sanatçısına sahip çıkacak
Birkaç kez kanseri atlatan oyuncu Aydemir Akbaş, ocak ayından bu yana mücadele ettiği hastalığa bu kez yenik düştü. Evinde baygın bulunmuştu. Hastaneye kaldırıldı. Yoğun bakıma alındı. Dün (16 Ağustos) solunum cihazına bağlanmıştı. Bu sabah (17 Ağustos) yaşamını yitirdi.
Aydemir Akbaş 88 yaşındaydı. Bir çoğumuz belki artık anımsamaz ya da hiç tanımıyordur.
Sinema oyuncusu, yönetmeni, senaryo yazarı. İstanbul, Feriköy doğumlu. Arnavut Manastırlı bir baba ile Trabzon Sürmeneli Laz bir annenin çocuğu. İtalyan ve Galatasaray liselerinde eğitim gördükten sonra bir süre gazetecilik yaptı. Urfa'nın Suruç ilçesinde 1960 yılında askerlik görevini bitirdi, tiyatro oyunculuğuna başladı. Gülriz Sururi–Engin Cezzar Tiyatrosuna katıldı. Keşanlı Ali Destanı’nda hem sahne amirliği yaptı hem de Sipsi Selim’i oynadı. Direkler Arası, Zilli Zarife, Ferhat ile Şirin, "7 Kocalı Hürmüz", "Nikah Kağıdı" ile "Düşenin Dostu" gibi oyunlarda rol aldı. Birçok tiyatro oyununun da yönetmenliğini yaptı.
1964'te Atıf Yılmaz'ın yönettiği "Keşanlı Ali Destanı" filmiyle sinemaya geçti. Yeşilçam’da 70’lerin komedi seks filmlerinde de, Yılmaz Güney filmlerinde de oynadı. 2023'e kadar beyazperdedeydi. "Kolpaçino 4 4'lük" filmlerinde izleyicinin karşısına geçti.
127 film, 30'a yakın tiyatro oyunu, birçok dizi… 33 filmin senaryosu sekiz filmin yönetmenliği… Bu arada Akbaş, 1964'te tiyatro oyuncusu Beyhan Benek’le evlendi, iki kez boşandığı eşi ile üç kez evlendi.
Akbaş’ın oyunculuğunu değerlendirmek için yazmıyorum bu yazıyı. Siyasi dönemler, Yeşilçam tarihi… ayrı bir başlık…
Akbaş’ın yaşamını kaybetmesi başka konuyu bir kez daha gündeme getirdi. Aslında o yine de şanslı. Son günlerine kadar çevresinde giderek sayıları azalsa da dostları varmış.
Bazı sanat emekçilerimizin kaybından haberimiz bile olmuyor. Birçoğu ışıkların artık aydınlatmadığı köşelerde öyle tek başlarına yaşıyor, yaşamlarını kaybediyorlar.
SAHNE VE PERDE SANATÇILARIMIZIN EMEKLİLİKLERİ
Sahne ve perde sanatçılarının emeklilikleri yok genellikle. Yıpratıcı ve zor koşullardan geliyorlar. Eğer evlilikler ve çapkınlıklar nedeniyle sosyeteye karışmamış, ikinci sayfa haberlerine konu olmadıysanız unutuluyorsunuz… Sahneden aşağı inince eski filmlerinden yüzlerini anımsanız bile yolda görünce tanımıyorsunuz ki… Ağır ve yoğun çalışma koşulları ve ortamın değer yargıları nedeniyle genellikle düzenli aile yaşamları olmuyor. Kenarda bir birikimleri ya var ya yok… Genellikle zaten cepten yenirdi eskiden. O da zaten iki günde biter… ne kadar idare edecek…
DİZİ OYUNCULARI DAHA MI İYİ
İçki ve sigarayla da yoldaşlık elbette yaygın. Bir çeşit, teselli… sığınma…
Şimdinin dizi oyuncuları daha mı iyi durumdalar.
Gidin hal hatır sorun…
Bir dokunun kaç bin dinleyin.
İki başrol oyuncu… biraz onların eli para görür… gerisi?? Oysa onlarsız film olur mu…
Sanmayın ki esas oğlanla- esas kızın işleri de pek pespembe.. Onlara bile eskiden film iş yapsın diye olay çıkartma görevleri filan verilirdi… ünlü hem de çok ünlü biri biraz itiraz eder gibi olmuştu da o zaman duymuştum yöntemi. Bir de bu işler yen içinde kalıyor. Kolay mı rol kapmak.
ÖRGÜTLÜ OLACAKLAR
Haklarını kim savunacak?
Örgütlü olmak gerekir. Ama öylesine değil.
Meslek birliklerinin yanında Sahne, Perde, Ekran, Mikrofon Oyuncuları Sendikası, Müzik ve Sahne Sanatçıları Sendikası, Türkiye Kültür ve Sanat Hizmetleri Kamu Görevlileri Sendikası, Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, Kültür Turizm ve Sanat Çalışanları Sendikası, Kültür Emekçileri Sendikası gibi böyle bir dizi sendika var.
Daha doğrusu varmış… bazılarını yazıyı yazarken ilk kez duydum.
DEVLET GÖREVİ
Yeşilçam’ın emekçileri, sanatçılarımız, yazarlarımız, çizerlerimiz… öyle bir köşede garip ölmüş diyeler diye aramızdan ayrılmamalı.
Devletin görevidir. Kimin nerde ne ihtiyacı var bilecek.
Sanatçısını sokakta aç, muhtaç bırakmayacak.
İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana, Mersin, Trabzon, Diyarbakır, Mardin… küçük sanatçı köylerimiz olsa… yaşanan, cıvıl cıvıl… öyle diz dize oturup televizyonda dizi seyretmek için “ah ah neydi o eski günler…” diye iç geçirip çorba içilecek yerler değil benim düşümdekiler.
Üretmeye devam edecekler. Bir sahnesi olacak, kütüphanesi, çalışma atölyeleri, beyaz perdeleri…
YAŞADIKLARIYLA YAŞATACAKLAR
Gençler gelecek kurs verecekler, deneylerini aktaracak, anılarını anlatacaklar… yazacak… çizecekler… yönetmenlik… diksiyon…öğretecek … eleştirecekler… önerecekler… o karşılıksız sanat aşklarını, geleneklerini, özverilerini yaşatacaklar, el verecekler…
Üretecekler.
Son nefeslerine kadar.
Onlar bizim değerlerimiz.
AAA ÖYLE Mİ YOK ARTIK DEDİRTENLER…
Instagram yasaklanınca tatilini erteleyenler, hatta balayına çıkmaktan vaz geçenler olmuş.
Paylaşmadıktan sonra ne kıymeti var demişler…
İzmir alev alev…
Sosyal medya çıldırmış.
Baktım acaba görevli de kışkırtma mı yapıyor diye. Yok aralarında gerçek kişiler de var.
Oh olsun, hak ediyorlar cinsinden mesajlar… buraya aktaramayacağım bir yabancılaşma!
Meclis’in hali ne öyle…
Seyredemedim.
Ne hale getirdiniz, siyaseti, milletvekilliğini… farklı fikir filan değil… seviyesizlik… liyakatsızlık… kabadayılığın bile bir kuralı adabı vardır… sakın o sıfatı bile kullanmayın.
Olacağı buydu. Oy hesabıyla, pazarlıklarla, emperyalizmin oyuncağı olursanız, listelerinizi öyle yaparsanız… manzarayı hiç yadırgamamak gerekir.
15-16 Temmuz bombaları düştü sanki Meclis kürsülerine.
Türkiye, üreticisiyle, işçisiyle, çiftçisiyle, sanayicisiyle böyle bir Meclis’i hak etmiyor.
BİRAZ DA TÜRKİYE’MİZİN GÜZELLİKLERİNE GÜLÜMSEYELİM