22 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Devletin fahrî bölgeleri

Birgül Ayman Güler

Birgül Ayman Güler

Eski Yazar

A+ A-

Arapça’dan gelme fahrî, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, birincisi onursal ve ikincisi gönüllü, karşılıksız anlamına geliyor. Fahrî Doktora ilk anlama uygun düşüyor, Türkçesini kullanacak olsak ‘Onursal Doktora’ deriz. Fahrî konsolosluk ise ikinci anlama uygun; Türkçesiyle ‘Gönüllü Konsolosluk’.
*
Başka ülkeler Türkiye’de ve Türkiye de başka ülkelerde büyükelçilik ve konsolosluk adı verilen resmi birimleriyle temsil ediliyorlar. Bunların yanısıra bir de, ülkelerin diğer ülkelerde, illa başkentte değil illerinden herhangi birinde çalışan “fahrî”leri olabiliyor. Başka ülkelerin Türkiye’de olduğu gibi, Türkiye’nin de başkalarında fahrî’leri var.
İlgili ülke, Türkiye’de yaşayan Türk vatandaşlarından birine bu işi öneriyor; o kişinin kabulü üzerine öneri bizim hükümete götürülüyor; hükümet kabul ederse “fahrî”ler işe başlıyor. Bu, genel olarak işadamları dünyasının oyun alanı. Unvanı alan kişi diplomatik yeşil CC plakalı arabaya, yabancı misyon personeli kimlik kartına, bulunduğu kentte A sınıfı protokolde temsile, ilgili ülkeyle yapılan resmî görüşmelerde yer almaya kadar çeşitli ayrıcalıklara sahip oluyor.
Sistem, Birleşmiş Milletler’in 1963 tarihli bir sözleşmesiyle ortaya çıkmış. Bizim Dışişleri Bakanlığı’nın saptamasına göre “zamanla ‘muazzaf’, yani görevli başkonsolosların sayısı artsa da küreselleşmenin etkisiyle fahri konsoloslar da çoğaldı.”
*
Nitekim, 2000 yılında Türkiye’de 86 farklı ülkeyi gönüllü olarak temsil eden Türk vatandaşı sayısı 125 iken, on yıl içinde, 2010 yılında ülke sayısı 118’e ve gönüllü konsolos sayısı 239’a yükselmiş. “Ayak basmadığımız ülke kalmadı” diye övünülen zamanlar…
Sonra?
*
Bu tarihten yalnızca beş yıl sonra, 2015’te, fahrî’lerin dörtte birinin yetki belgesi iptal edildi.
2015 yılının Ocak ayında gazeteler “51 fahrî konsolosluk belgesine iptal!” başlıkları attılar. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu “MİT'in uyarısı üzerine 51 ülkenin Türkiye'deki fahri konsolosunun belgelerinin yenilenmediğini açıkladı. ‘Paralel yapıya bağlı fahri konsoloslukları yenilemiyoruz’ dedi.” Bakan ağır sözler söylemişti: “Türkiye'yi yıkmak için çalışan, Türkiye'nin imajını bozmaya çalışan ve Türkiye hakkında yanlış haberler yayan, iftiralar atanların fahri konsolos olmasına müsaade etmeyiz."
*
Akıl alacak iş mi?
Sokaktaki birinden değil, “gönüllü konsolos”tan, yani devletin yetkilendirdiği ve hem kendi devletinin hem de başka bir devletin kamu gücüyle donattığı kişilerden söz ediyoruz.
Bu nasıl bir kurumlaşma?
Devletin ve hükümetlerin herşey için “strateji”si var da, devletin fahrî bölgeleri için bir stratejisi yok mu?
*
Küreselleşme ilginç şey!
Küreselleşme devrinde devlet alanı parça parça “sivil toplum”a devredilirken, bu işin bir bölümünün “gönüllülük” esası üzerinden yapıldığı malum. Doğru, dernekler ve hele vakıflar çok eskiden beri vardı. Gönüllülük, hayırseverlik işleriyle kurumları da öyle. Fahrî konsolosluk deseniz, o da resmî olarak 1963 doğumlu; küreselleşme öncesinden…
Ne var ki “küreselleşme”, bunların topunu başka şeylere dönüştürdü.
*
Ama daha ilginç olan, dışarıdan öykünmeyle ya da uluslararası bir sözleşmenin kabul edilmesiyle yaratılan kurumların “neden var?” sorusuna hiç muhatap kılınmaması. Öylece alınıp sisteme eklenmesi ve kendi halinde bırakılması. Bunların varlık nedenlerinden hedeflerine, yapılarından işleyişlerine, değişen zaman içinde nasıl değiştiklerine akademinin de bürokrasinin de dönüp bakmaması. Bırakın ‘ne iş gördürelim’ diye sorulmasını ‘bunlar ne işlev görüyorlar’ diye bile sorulmaması…
Taşıma suyla değirmen dönmez derler.
Kerameti kendinden menkul transfer kurumlarla devlet de demek ki ancak bu kadar döner.