22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Devrim’in kapısı şehrin anahtarıyla açılır

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

İstanbul seçimlerinin hukuk yok sayılarak iptal edilmesiyle, var olan ekonomik ve toplumsal kriz daha derinleşerek ilerlemektedir. Bölgemizde hassas dengelerle ayakta duran Amerika karşıtı birliktelikler, Türkiye’nin içerde sorunları ağırlaştırdığı ölçüde sarsılmaktadır. 25 yıldır İstanbul’u yöneten AKP’nin, iktidarı bırakmak istememesi, iktidar hırsı, kriz içindeki ülkemizi emperyalist müdahalelere açık hale getirirken, bölgemizde ABD’ye karşı konumlanan hattın da dalgalanmasına neden olmaktadır. Seçimleri iptal eden siyasi kararı alanlar, İstanbul yerel seçimlerini uluslararası bir kriz haline getirerek, İstanbul ile birlikte tüm bölgeyi tehlikeye atmıştır.
Bu tehlikeye rağmen, ülkemizin bağımsızlığını ve güvenliğini yeniden sağlayacak, ekonomik ve toplumsal sorunlara nihai çözümler getirecek programı olan siyasi partiler için 23 Haziran seçimi büyük fırsattır. İki siyasi kutup arasındaki sıkışmışlıktan kurtularak, bağımsız bir ideolojik hat çizebilen hareketler kitlelerle bütünleşerek yeni bir siyasi iklim yaratabilir. Böyle bir yaklaşımı olamayıp seçimlere giren partilerinse, siyaset sahnesinde kenara doğru itilmesi kaçınılmazdır.

Devrim’in kapısı şehrin anahtarıyla açılır - Resim : 1

İki siyasi kutup arasındaki gerilimi, öncelikle bakış açımızı yeniden değerlendirerek aşabiliriz. Sistemin dayattığı iki seçeneğin açmazından ancak, burjuva paradigmasının dışına çıkarak kurtulabilinir. Burjuva düşüncesi düalisttir. İki karşıtlık üzerine fikirleri inşa eder. Metafizik karşıtlıklar üzerinden tutum ve değerleri tanımlar. Mutlak iyiler ve kötüler, melekler ve şeytanlar, burjuva düşüncesinin sınırlarını temsil eder. Ne de olsa burjuva düşüncesi, karşıtlıklar üzerine kurulu ikili bakışı skolastik felsefeden miras almıştır.
Marksizm ise, toplumsal sorunlara diyalektik yöntemle bakar. Diyalektik düşüncede karşıtlar değil, çatışmalar vardır. Çatışmalar çok boyutlu, çok katmanlı çelişkilerden oluşur. Hareket ve devinim içinde fikirler sürekli yer değiştirir, iç içe geçer, süreklilik ve kopuşlar vardır. Zamandan ve mekandan bağımsız iyiler ve kötüler yoktur. Her şey çoklu anlamıyla yaşanır, deneyimlenir.
Sistem içinde iki kutuptan bir taraf ‘beka’ vurgusu yaparken, diğer taraf ‘demokratik’ talepleri dile getirmektedir. Neden birinden birini tercih etmek zorundayız? Demokratik özgürlükler talep edilirken, aynı zamanda ülkenin bağımsızlığı savunulamaz mı? İki karşıtlığı aşacak diyalektik bakış bize, İstanbul seçimlerinin iptalinin bölgesel sorun haline gelebileceğini, üçüncü seçeneğin hiç olmadığı kadar mümkün olduğunu göstermektedir.
NEOLİBERALİZMDE BİRLEŞEN KUTUPLAR
1970’lerin ortasından beri Batı emperyalizmi, neoliberal politikalarla ezilen ülkelerin üniter yapısını hedef alarak, ulus devletlerin merkezini dağıtmaya çalışmaktadır. Gözden kaçırdığımız nokta, neoliberalizm ulus devleti hedef alırken, aynı zamanda bu ülkelerinin şehirlerini istila etmektedir. Uluslararası sermaye, şehirleri yağmalayıp talan ettiği ölçüde, bu şehirleri merkezi yapıya bağlayan damarları da kesmiştir. Neoliberalizm, uluslararası sermaye şehirleri, yerel yönetimleri tahakküm altına aldığında, ulus devletlerin merkezi yapısını dağıtacak yasal ve ekonomik yaptırım gücüne ulaşabilmiştir.
Neoliberalizmin bu tarihi kesitinde 25 yıldır İstanbul’u yönetense AKP’yi kuran kadrolardır. 25 yıldır İstanbul’u uluslararası sermayenin önüne atan bu iktidar, ‘Kamu Yönetimi Reform Yasası’ gibi düzenlemelerle üniter yapıyı dağıtmayı hedefleyen girişimlerde bulunmuş fakat başaramamıştı. ‘Beka’ siyaseti yapan Erdoğan, ‘Büyük Kanal İstanbul Projesi’ ile bir kez daha, şehri uluslararası sermeyenin istilasına açık hale getirmektedir. İstanbul’u neoliberalizme teslim ederken, Ankara’da bayrağı dik tutamazsınız!
İmamoğlu da aynı politikadan hareketle İstanbul’u uluslararası sermayeye açmayı savunmaktadır. Daha ‘çevreci’, ‘yeşil’ neoliberalizm de demokratik taleplerin gerçekleşmesine izin vermez. Neoliberalizmde özgürlük sadece ulusarası sermayenin ayrıcalığıdır!
Müteahhitlerin cumhuru Erdoğan da, meslekten ‘müteahhit’ İmamoğlu da, tüm karşıtlıklarına rağmen aynı zemin üzerinde durmakta, neoliberalizmde yan yana gelebilmektedirler. Güncel siyasi söylemlerindeki ‘büyük’ nüans, neoliberalizmle ilişkilerindeki ‘küçük’ mesafe farkından ileri gelmektedir.
Bugün siyasette karşıtlık olarak algılanan, görünen şey bir kutbun aynada kırılıp bükülmüş yansımasının diğer kutbu yaratmasıdır. Bu yansımanın gerçek gibi algılanıp yeni ve umut verici seçenek olarak ortaya çıkmasında, ‘yüksek siyaset’ adına şehir hakkını savunmayı tali gören cumhuriyetçi ve sol hareketlerin hataları önemlidir. Yaşadığı şehre yabancılaşan bireyin, kendi varlığını anlamlandırma krizine duyarsız kalan partiler de topluma yabancılaşmıştır. Bu duygusal duvardan dolayı, şehrin gündelik hayatı içinde nefes alamayan insanların şikâyet ve taleplerini duyamayan sol, aynadaki yansımanın insanların umutlarını manipüle etmesine engel olamamıştır.

Devrim’in kapısı şehrin anahtarıyla açılır - Resim : 2

ŞEHİR HAKKI’DAN ULUSAL BAĞIMSIZLIĞA
Sadece Chavez örneği bile, şehri savunurken merkezin de ayakta tutulabileceğinin kanıtıdır. Chavez, emperyalizme karşı ülkenin bağımsızlığını savunurken, aynı zamanda uluslararası sermeyenin şehirlerdeki kaynakları talan etmesine, kamucu ekonomiyle meydan okumuştu. Uluslararası sermayenin şehri kuşatan kollarını kırdığı ölçüde Chavez, halkın kendi demokratik istekleriyle şehrin yeniden örgütlenmesini sağlamıştır. Böylelikle Venezüella’nın üniter yapısı, şehirleriyle aidiyet bağları kuvvetlenen kitlelerin seferberliğiyle savunulmuştur. Halk şehirlerde çokuluslu şirketlerin kültürel temsilini kuşatabildiği için, sayısız ABD destekli askeri darbe girişimi başarılı olamamıştır.
Latin Amerika’da neoliberalizmin vahşi saldırılarına maruz kalan Brezilya’da, aynı şekilde halkın yaşadığı şehirde gerçek söz sahibi olmak talepleriyle Brezilya’nın ABD’ye karşı bağımsızlığını savunma mücadelesi iç içe geçmiştir. Sosyal devletin yasal çerçevesi yeniden yaratılırken 2001 yılında ‘şehir hakkı’ anayasada güvence altına alınmıştı. Bu toplumsal zemin üzerinden Brezilya’da kamucu, solcu ve yüzünü Çin’e, Rusya’ya dönen partiler iktidara gelmiştir.
İnsanların kendi şehirlerine yabancılaşması engellendiği, insanlar gündelik şehir hayatındaki manevi bunalımları aştığı zaman ülkenin yüksek siyasetine, bağımsızlığına daha duyarlı olur. Şehirlerini kucaklayıp aidiyet duygusu güçlenen kitleler, ülkenin güvenliği konusunda taviz vermez politik bilince kavuşur. Brezilya ve Venezuella bunun en somut kanıtıdır.
25 yıldır neoliberalizmin talanı sonucu şehrine yabancılaşan, yaşadığı şehri hapishanesi gibi görmeye başlayan milyonlarca insana, ülkenin içinde bulunduğu büyük güvenlik sorununu anlayamadığı, ‘duyarsız’ kaldığı için kızmak, neredeyse onları azarlamak, karşıtlık içinde tel gibi gerilen ruh halidir. Şehrin sokaklarını adım adım arşınlayan, gündelik hayattaki umut ve korkuları hisseden, şehrin keşmekeşliğiyle temaşa eden, şehrin her anını deneyimleyebilenler, yaşadığı şehirde mutsuzluğa terk edilmiş insanları ulusal siyasetlerin kuvveti haline getirebilir.
Devrim’in tılsımı da burada gizlidir. Devrim öncesi kurulan Sovyet kürsülerinde insanlar sadece emperyalist savaşa karşı vatanlarını savunan fikirleri dile getirmediler. Aynı zamanda yaşadıkları şehri, demokratik ve özgür şekilde yeniden tasarlama isteklerini söylediler. Şehirlerini hayallerinde yeniden inşa ederken, yeni toplumun ilk adımlarını da dile getirmiş oldular. Bolşevikler, insanların şehir hakkı taleplerini kucaklayabildiği için, tüm Rusya’da yeni bir toplum için savaşacak kitleleri seferber edebildi.
Belki de emperyalizm çağında ezilen ülkelerin mücadele hattı bu noktada düğümlenmektedir. Şehir hakkı, ulusal bağımsızlığı inşa edecek devrimin en önemli durağıdır. Bu durağı es geçenlerin, sistem dışı gerçek bir alternatif yolunu açabilmeleri imkânsızdır. 19 Mayıs’ın yüzüncü yılında, ulusal bağımsızlığımız yine tehdit altındayken, vatanın şehirleri uluslararası sermayenin istilasına karşı savunulduğunda, bağımsızlık bayrağı ülkenin dört bir yanına taşınacaktır.
Marks’ın dediği gibi, "Olduğu yerde donup kalmış koşulları, kendi şarkıları eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız". Bunun için, öncelikle devrimcilerin diyalektiğin eşsiz ezgilerine yeniden kulak vermeleri gerekmektedir. Şehrin ritmi duyamayan, dansa ayak uyduramaz.