Dikta denemeleri -(TAMAMI)
1 Mayıs 2013 günü izlediklerim bir kere daha gözlerimin önünde canlandı.
Tarih: 28 Nisan 1960, Ankara’ya bahar gelmiş ama siyasette soğuk bir kış yaşanıyor. İktidarın aldığı şiddet tedbirleri üst üste geliyor. Bunların en önemlisi “Tahkikat komisyonu” adı verilen ve kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düşen, amacı muhalefeti ve muhalif basını ortadan kaldırmak isteyen bir girişim. O gün anılarımda hala taze kalan birkaç olayı anlatmak istiyorum. Genç bir genel yayın müdürüyüm inanmak istemiyorum. Telefondaki milletvekili önce kendisini tanıyor. Adı Kemal Özer ve diyor ki: “-Sizi Tahkikat Komisyonu’nda sorgulayacağız. Hemen gelin”
Akis bürosunda masamın başında şaşkınım. Karşımda Tahkikat Komisyonu üyesi Kemal Özer var: “Hemen gelin. Yoksa polis göndereceğiz!” Durum ciddi.
Komisyon nerede çalışır henüz bilmiyorum. Yasa dışı olduğunu bilmekteyim, yanıtlıyorum:
“Yazılı emir gönderin geleyim.”
Karşımdaki milletvekili: “Olur! Hatta polisle sizi aldırırım.” Aldırıyorlar da.
Tahkikat Komisyonu eski Meclis binası bahçesi içindeki muhafız güçlerine ayrılan bir barakada toplanmış. Komisyon iki alt komisyon kurmuş. Beni ve İstanbul CHP İl Başkanı Emekli Albay Cemal Yıldırım’ı sorgulayacak. Öykü uzun.
Sorgu başladıktan sonra öğreniyorum ki, İstanbul Üniversitesi’nde akıl almaz bir olay meydana gelmiş. Polis üniversite binasını işgal etmiş ve Rektör Prof. Sıddık Sami Onar makamından zorla alınmış, yerlerde sürüklenmiş. Aynı anlarda Ankara’da SBF’de olaylar meydana geliyor. O sıralarda da sıkıyönetim Komutanı TSK’ya öğrenciler üzerine ateş açtırmak çabasında. Bir suvari binbaşısı- sonra MBK üyesi Vehbi Ersü- emri yerine getirmiyor. Öğrencilerin amacı, yargının görevini üstlenen Tahkikat Komisyonu’nu protesto etmek. Polis ise öğrencilere karşı elinde cop ve ateşli silah kullanıyor.
İşte iktidar o gün Demokrasiden dikta rejimine geçiş yapacağını sanıyordu. Ama olmadı!
O günden bugüne
Tarih: 1 Mayıs 2013 emekçiler, işçi sendikaları her zaman olduğu gibi Taksim Meydanı’nda gösteri yapmakta ısrarlı. “Başbakan Taksim’de kutlama yapılmayacak” diyor. İçişleri Bakanı da sendikaları oraya sokmamak için İstanbul Valisi’ne güç kullanmasını emrediyor. Dünyanın her yerinde bu bayram neşeyle kutlanıyor, barış şarkıları söyleniyor, işçi sorunları dile getiriliyor. Bizim ülkemizde Taksim’e açılan bütün ana sokaklar kapatılmış, deniz seferleri iptal ve sadece işçi ve emekçilerin değil vatandaşın da seyahat özgürlükleri yok edilmiş. Sıkıyönetim yok. Başbakan’ın kararı var: “İşçiler Taksim’e çıkmayacak o kadar!” Meydan savaş alanı gibi. Yoksa bu da demokrasiden diktaya geçişin 1960’daki gibi bir denemesi mi?
İşçi yanıt bekliyor
Bakın işçiler Taksim’e çıksalardı neler soracaklardı:
“Türkiye’de 2003 yılında 10 milyon 706 bin işçi vardı. Bunlardan 957 bini sendikalıydı. 2010 yılında işçi sayısı 13 milyon 712 bine yükseldi, sendikalı sayısı 805 bine düştü acaba neden? Nüfusu Türkiye’nin onda birinden az olan Danimarka’da 1 milyon 701 bin sendikalı işçi var. İspanyol işçilerinden 2 milyon 471 bini, İtalyan işçilerinin 5 milyon 920 bini sendikalı bizdeki sendikalı işçi sayısı niçin bir milyonu bile bulmuyor? Asgari aylık ücret Belçika’da 1502, Hollanda’da 1469, İspanya’da 753 Euro iken Türkiye’de niçin sadece 429 Euro? ( Kaynak Eurostat) Toplam Gayrı Safi İç Hasıla içinde sosyal harcamalar Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 20.1, Avusturya’da yüzde 29.1, Macaristan’da yüzde 23.9, İngiltere’de yüzde 24.1 iken niçin Türkiye’de sadece yüzde 12.8 ? OECD Ortalaması yüzde 57, Türkiye yüzde 28.5. Gelir dağılımı bozukluğunda niçin bütün OECD ülkeleri arasında Meksika ve Şili’den sonra en alt sırada Türkiye geliyor?” (Kaynak OECD raporları)
Belki de bu sorulara yanıt verilemeyeceği için işçilerin Taksim’e çıkılmasına izin verilmedi. Çalışanların, emekçilerin haklarını çağdaş düzeye getirmeden demokrasiden söz edebilir miyiz?