01 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Diktatör Marcos uçaklarını altınla doldurup kaçmıştı -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

15 Haziran gecesi olup bitenler Türkiye için dünya medyasının da kabul ettiği gibi bir “kâbus gecesiydi”. Ankara sokaklarında ve direnişin merkezi İstanbul İstiklal Caddesi’nde üzerine tazyikli su ve biber gazı sıkılan halk artık “Erdoğan istifa, hükmet istifa” diye bağırmıyordu! Slogan değişmişti, Taksim Gezi Parkı’ndan gençleri polis gücüyle çıkaran iktidar, halkına demokrasi tarihinde tanık olmadığımız bir vahşeti yaşatmıştı. Ulusal Kanal, Halk TV olup bitenleri sabaha kadar yayınladı. Gerçekleri yansıtan unutulmaz fotoğraflar gördük. Ağlayan, gazdan astım krizi geçiren, isyan eden yurttaşlarımız... Artık halk yeni bir sloganla polisle çatışıyordu:

“Diktatör istifa.”

Bu ne demekti?

Demokrasilerde diktatörlük olur muydu?

Yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin seçimle gelen Başbakanı, bilmediğimiz bir stratejiyle demokrasiden diktaya uzanan çizgi üzerinde miydi? Polis acımasızca halkın üzerine gaz, TOMA’lar genç yaşlı, kadın bebek demeden su sıkıyordu. Tarih yazıyor ki: Diktatörlük hiçbir ülkede, o marifeti yapana bir şey kazandırmamıştır. Ne onu hukuk ve insanlık dışına iten yabancı güçlere, ne iç işbirlikçilerine, ne de ülkenin zenginlerine bir şey kazandırmamıştır!

Getirdikleri; kargaşa, kaos, gözyaşı ve ölümdü.

Elbette kimse Türkiye’nin bir diktatör tarafından yönetilmesine izin vermeyecektir.

Türk halkı bu gerçeği biliyor; ama yine de diktatörlerin sonunu tarih açısından bilmemizde yarar var.

ABD destekliydi

Örnek, yakın tarihte ABD’nin kontrolünde gelişen Filipinler’dir ve diktatör lideri Marcos’un macerası ibret dersiyle doludur.

Onları genellikle halk ve gençlik süpürür...

Filipinler diktatörü Marcos’un macerası dünyada süper devletlerin nasıl sandıktan iktidar çıkarmaya ve onu kullanarak rejimleri değiştirmekte pek mahir olduklarının kanıtıdır. Adamlarını öyle makyajlar, öyle hazırlarlar ki şaşar da kalırsınız.

Yaratılan “Bizim Çocuklar” ne isterse yapacaklardan seçilir. Örneğin bu iş için özel “İmage Maker’leri” hatta İngiltere’de özel üniversiteleri -Exeter- bile vardır. Bunlardan biri de adını “ Filipinler Demokrasisi” diye sandıktan çıkarak diktatörlüğe geçen Marcos’tur. Marcos, 1946-1947 yıllarında, bağımsız Filipinler Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı olan Manuel Roxas’ın teknik danışmanlığını üstlenmişti. 1965’te Roxas’ın kurduğu Liberal Parti’den ayrılarak Milliyetçi Parti’ye geçti. Bu partinin adayı olarak Devlet Başkanı ve Liberal Parti adayı olan Diosdado Macapagal’a karşı pahalı ve sert bir ABD destekli kampanya yürüttü. Seçimleri kazanarak 30 Aralık 1965’te Başkanlık görevini ele geçirdi. Amerika’yı desteklemek için Vietnam Savaşı’na 10 bin asker gönderdi. Büyük firmalara ait şirketleri ellerinden aldı ve ailesine ve yakın dostlarına devretti. 1969’da yeniden seçilerek Filipinler’de bu görevi iki dönem üst üste sürdüren ilk başkan olması bu destek olduktan sonra işten bile değildi.

Karşısına halk çıktı

1965-1969 arası onda tarım, sanayi ve eğitim alanlarında belirli ölçüde gelişme sağladı. Ama zamanla güçlü öğrenci gösterileri ve kent direnişinin yükselen mücadelesiyle karşılaştı. 21 Eylül 1972’de sıkıyönetim ilan etti. Muhalif politikacıları tutukladı ve silahlı kuvvetleri rejimin bir baskı aracı haline getirdi. 1973’te ilan ettiği yeni anayasayla yetkilerinin artırdı ve parlamenter bir sistem oluşturarak Başbakanlığı da üstlendi. 17 Ocak 1981’de sıkıyönetimi kaldırdıysa da otoriter yönetimini sürdürdü. 16 Haziran 1981’de yapılan seçimlerde yalnızca görünüşte kalan bir muhalefete karşı seçimleri kazandı ve 30 Haziran’da 6 yıllık bir dönem için yeniden Devlet Başkanı oldu. 1954’te evlendiği eski güzellik kraliçelerinden İmelda Romuáldez Marcos, sıkıyönetim döneminde yönetimin güçlü kişilerinden bir durumuna geldi; Manila Valiliği, Konut ve Çevre Bakanlığı görevlerini üstlendi!

1983’te muhalefet hareketi de oldukça büyümüştü. Hem Marcos’a, hem de gittikçe güçlenen Yeni Halk Ordusu’na siyasi bir alternatif oluşturmak umuduyla 21 Ağustos 1983’te Manila’ya dönen Benigno Aquino Jr. uçaktan inerken vurularak öldürüldü. Başkanlığı sürdürmek isteyen Marcos 1986’da seçimlerin yapılacağını ilan etti. Ama Aquino’nun dul karısı Corazon Aquino kısa sürede güçlendi ve muhalefetin başkan adayı oldu. Marcos 7 Şubat 1986’daki seçimleri kazandığını ilan ettiyse de, seçimlere hile karıştırdığı ortadaydı. Marcos’un 25 Şubat 1986’da Hawaii’ye kaçması üzerine saltanatı da diktatörlüğü de sona erdi.

Daha sonra elde edilen kanıtlar, Marcos ve ailesi ile yakın çevrelerinin iktidarları döneminde çeşitli yolsuzluklarla Filipinler ekonomisine milyarlarca dolarlık zarara soktuklarını ortaya koydu. Ancak Marcos kaçarken önceden aldığı uçaklarına altınları doldurmuştu bile.

Ne diyelim?

“Darısı başka dikta heveslilerin başına”