Diktatörleşmek
Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde, iktidarların ömrünü belirleyen ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumdur. Bu ülkelerde ekonominin çarkları dönüyorsa ve büyüme de gerçekleşiyorsa, halk yolsuzluklarla doğrudan fazla ilgilenmez. Yani yolsuzluk, genelde bu ülkelerin aydınlarının seçmen tercihlerinde rol oynar. Alt kültür grupları bu konularla fazlaca alakadar değillerdir.
O kadar değillerdir ki; “Bak yolsuzluk yapıyorlar” dediğiniz zaman, “Biliyorum, çalıyorlar ama iş de yapıyorlar” cevabını alırsınız. Oysa böyle bir cevabı hiçbir gelişmiş ülkede duyamazsınız. Bu ülkelerde yolsuzluklar seçmen tercihlerinde önemli rol oynar.
Erdoğan’ın ruh hali
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yolsuzluklar, seçmen tercihleri üzerinde ancak ekonomi bozulduğu zaman etkili olur. Son iki yıldır ekonomik göstergelerin bozulması, işsizliğin çift haneli oranlara yükselmesi, yani ekonominin bozulmaya başlaması seçmen tercihlerini de etkilemeye başlamıştır.
Nitekim, 2011 genel seçimlerinden hemen sonra 2012 yılı başında yapılan kamuoyu araştırmaları, AKP oylarının yüzde 55’ler mertebesinde olduğunu gösteriyordu. 2014 yerel seçim sonuçları AKP’nin oylarının yüzde 43’lere gerilediğini göstermektedir. Bu gerileme, ekonomideki bozulmayla düz orantılıdır.
Muktedir olduğunu zannedenler, ekonomi kötüye gitmeye başlayıp halk desteğinin düştüğünü görmeye başladıkları andan itibaren de, yaptıkları yolsuzlukların hesabının sorulacağı korkusuyla sertleşmeye başlarlar. Tayyip Erdoğan’ın içinde bulunduğu ruh hali işte budur.
Bundan sonra her geçen gün daha da sertleşecektir. Kendine hayali düşmanlar yaratacaktır. Polisle, bürokratla oynayacaktır ve oynamaktadır da. Bu ona yetmemektedir. O her dediğini yapan, her söylediğini emir gibi algılayan bir yargıya ihtiyaç duymaktadır.
Önce-şimdi
Şimdi şikayetçi olduğu eski yol arkadaşı cemaatçilerin, aydınları, komutanları, gazetecileri zindanlara gönderme çabasına girdikleri tarihlerde, önce “Bir cesur savcı arıyorum” diye haykırıyordu. Aranan savcı bulundu; şimdi haksız dediği, “kumpas” dediği tutuklamalar başlayınca, “Ben bu işin savcısıyım” dedi. Danıştay saldırısından sonra, sanki tüm “Kumpas’ın” içindeymişçesine, “Bakın daha neler çıkacak” dedi. Nitekim her şeyi bildiğini bir eski polis şefi açıklayıverdi. O tarihlerde “Yargı bağımsız, müdahale edemeyiz” derken, bugün “Adliye koridorlarını temizleyeceğiz” noktasına geldi.
Anayasa Mahkemesi hoşlanmadığı iki karar verince dünyayı ayağa kaldırdı. Ama, aynı Anayasa Mahkemesi Başkanı, ülkenin ana muhalefet partisini, sadece Anayasa’nın tanıdığı bir hakkı kullanıyor diye ABD Büyükelçisi’ne şikayet ettiği zaman bundan mutluluk duydu. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın bu yakışıksız davranışı, olayları başından beri bildiği anlaşılan Tayyip Erdoğan’ı, ana muhalefet partisine yapılacak operasyona da zemin hazırladığı için belki de mutlu etmişti. Ama şimdi iki tane hoşlanmadığı karar çıkınca Anayasa Mahkemesi’ne etmedik laf bırakmaz hale geldi.
Hatta can kuşları aracılığıyla, verilen kararları Cumhurbaşkanı seçimleri ile ilişkilendirdi.
Zannedersiniz ki, Cumhurbaşkanlığı adayı olmak onun iznine tabi.
Yargının dümenini istiyor
Parlamenter demokrasilerin, tek parti iktidarlarındaki en büyük zaafı, iktidarların yasamaya egemen olmasının yanında, bir emniyet fren mekanizması olan yargıya da egemen olmak arzusudur.
İşte tam bu nokta, muktedirin, totaliterleşmenin de ötesine geçip diktatörleşmeye başlamasıdır.
Demokratik ülkelerde iktidarlar yargının dümenin de değil, hizmetindedirler. Ama gelin görün ki, Tayyip Erdoğan yargıda da kendisine biat etmiş, aynen AKP milletvekilleri gibi sözünden çıkmayan bir yapı istemektedir. Yani yargının dümeninin de kendisinde olmasını istemektedir.
Tayyip Erdoğan, “ileri demokrasi” yalanları içinde bu HSYK’yı da Anayasa Mahkemesi’ni de kendisi şekillendirdi. Çok değil, dört sene evvel yaptı bütün bunları, şimdi bunlardan da şikâyet ediyor. Bu şikâyetin temel nedeni, kontrolsüz tek adamlık, yani diktatörleşmek arzusudur.