Dil Bayramı
Manavgat ÖRSEM’de, üniversitemizin güler yüzlü çalışanları sayesinde güzel bir tatil geçirdik. Tatil sonrasının bu ilk yazısında bir bayramdan, Dil Bayramı’ndan söz etmek istiyorum.
Ömer Seyfettin, Çanakkale’den Sonra adlı öyküsünü 1910’lu yıllarda, o günlerin ruh haliyle yazmıştı. Adını vermediği bir adamı anlatır. Kahramanımızın evlenme yaşı geçmiştir, evlenmeyi düşünmediği gibi, toplumdan uzak yaşamayı yeğler. Dünyaya küskündür, hiçbir şey mutlu etmez onu, insanlardan uzak durur. “Esir sürüleri” diye bakar önünden geçip giden kalabalıklara. Ona göre hepsi de birer esirdir, çünkü “adını bilmeyen, dilini bilmeyen” bir millet vardır ortada. “Adını bilmeyen, dilini yazmayan bir millet olur mu?” diye kahramanımız söylenir durur. Derken Çanakkale’de o büyük savaş kopar. Dünyanın her tarafından gelen güçlü ordulara karşı bir kahramanlık destanı yazılır, yüz binlerce askerin öldüğü bu kanlı savaş Türklerin utkusuyla sonuçlanır. Bunalıma düşmüş olan kahramanımız bu savaştan sonra düzeliverir. Geçkin yaşına karşın evlenir, dostlarını arayıp sormaya başlar, gidip geldiği, görüştüğü arkadaşları olur. Bir de kızı dünyaya gelir, adını “mefkûre” koyar. Öyküde adı verilmeyen bu kahraman aslında simgesel bir anlam taşır, o günlerdeki Türkleri anlatır bir bakıma. Çanakkale Savaşları’ndan sonra ve ardından Ömer Seyfettin görmese de, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra dilini, adını bilen bir ulus çıkar ortaya.
DİL DEVRİMİ NEDİR?
O öyküde anlatıldığı gibi, kendi dilini yazmayan, kendi adını bilmeyen bir halk esirdir, sömürgedir.
Yazık ki şu günlerde toplum 1910’lu yılların koşullarına getirilmek isteniyor; adını söylemekten çekinen, dilini unutan bir toplum yaratılmakta. İmam Hatip Liseleri’nde Türkçe konuşmak bile yasaklandı. Devlet “Dil Bayramı” diye bir bayramı bundan sonra kutlayacak mı, ben kuşkuluyum. Okullarda etkinlikler olacak mı, ben gene kuşkuluyum.”Devrim” sözcüğünü epeydir ağzımıza almaktan korkar olmuştuk. Öğrencilere Dil Devrimi zaten doğru dürüst anlatılmıyordu, şimdilerde eğitim kurumlarında kimse bu konuları ağzına almıyor, alanlarla da uğraşıyorlar. Üniversitede 40 yıl ders verdim. Birinci sınıfa gelen öğrencilere ilk derslerimde, “Dil Devrimi”nden ne anladıklarını sorardım. Koca sınıftan uzun bir süre yanıt gelmezdi. Sonra çekinerek bir iki öğrenci parmağını kaldırır ve genellikle de şu yanıtı verirlerdi: “Hocam TDK İstiklal Marşı’na ulusal düttürü demiş, hostese gök konuksal avrat, otobüse de oturgaçlı götürgeç, demişler.” Bir gün gene böyle bir söz işitince; “Yahu çocuklar, siz bunlara inanıyor musunuz?” dedim. Bir başka öğrenci heyecanla ayağa kalktı: “Evet hocam, biz de duyduk bunları” dedi. “Yumurtaya da tavuksal fırlatı, demişler.”
UYDURMA SÖZCÜKLER
“Dil Devrimi” böyle anlatılıyor çocuklarımıza. Bu sözcüklerin TDK’yi ya da Dil Devrimi’ne gönül verenleri gözden düşürmek, karalamak isteyenlerin bir uydurması olduğunu, TDK ile hiçbir ilgisi olmadığını 1968 yılında DTCF’de dersimize giren, aynı zamanda o yıllarda TDK’nin başkanı olan Prof. Dr. Gündüz Akıncı da anlatmıştı bize. Yani karşı devrimcilerin, devrimleri karalamak isteyenlerin uydurdukları bir yalan, bir iftira bunlar. Cumhuriyet düşmanlarında böylesi yalanlar, karalamalar çoktur. Şu camiyi bombaladılar, camide bira içtiler yalanı gibi. Bu sözcükleri uyduran TDK düşmanlarının adlarını da vermişti öğretmenimiz, Nihat Sami Banarlı, Halide Edip Zorlutuna vb.
TDK 12 Temmuz 1932’de kurulduktan sonra, ilk kurultayını 26 Eylül’de topladı. Bu tarih daha sonra “Dil Bayramı” olarak kabul edildi. Dil Bayramı’nız kutlu olsun!