24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dil Bilinciyle yaşamak

Feridun Andaç

Feridun Andaç

Eski Yazar

A+ A-

Dil bilincinin oluşmasında yazılı kültürün katkısı yadsınamaz. Okuma çabamızın dönüp durduğu, bizi ulaştırdığı yer burasıdır. Sözden yazıya geçişin dönemecindeki ilk adımla süren uzun bir yolculuk.

Sözlü kültür, yazıyı var eden ana kaynak. Dilin belleği bir bakıma. Hayata dair her bir şeyin anlamını, karşılığını bulduğu söz ve yazı... Birbirini besleyen, geliştiren iki kaynak...

Başlayan ve süren bir sürecin bir ucunda anadil, öte ucunda ise edebiyat vardır.

Toplumsallaşan varlığımızın belirleyici öğesi dil, dışavurum aracıdır. İnsanın konuşma gereksiniminden doğmuştur. Temelinde iletişim kurma, anlatma, anlamlandırma eylemi vardır.

Evet, dil, bir bakıma gerçekleşme eylemidir. Yaşamla, çevreyle, iç-ben’le, öteki ile kurulan bağın yansıması... İçselleşenin dışavurumu...

Buradaki ‘konuşmak’ eylemi “belli bir dili kullanmak demektir.”

İnsan, yaşadığı doğal ortamda var olanı algılayarak dil bilincine erişebiliyor. Karşılıklı iletişim ise dilin, dille zenginleşmenin önemli bir yolu. Ortega’nın deyimiyle; “Her zaman ve son elde anadil olan dil, dilbilgisi kitaplarından ve sözlüklerden değil, insanların söylediklerinden öğrenilir.”*

Sözün anlamına, dili biçimleyen katmansal boyutuna dönüp baktığımızda, dille sözün karşıtlığının her iki bağlamda da bir gerçekleşme eylemi olduğunu gösterir bize.

“Dilden ayrı bir şeydir bu, konuşanın istemine bağlı bireysel bir eylemdir. Bu eyleme söz diyoruz. Sürece de, uzamca da sınırlıdır söz, ama, bireysel istem ürünü olması nedeniyle, gene de özgürdür.” ** Tahsin Yücel böyle diyor.

Söz, içinde gerçekleştiği dille bir anlam kazanır. Bunu kalıcı kılan yazı ise, dilin düşünme/çözümleme aracı işlevini pekiştirici kılar.

Edebiyat, toplumun dille varoluşunun, insanın bilinçlenme/öğrenme, topluma katılış çabasının yapı taşlarındandır. Sözlü dilin yazılı dile taşıdıkları bir tür kültürel zenginliktir.

Edebiyat, işte bu zenginliği hep canlı tutmuş, dil yetisinin gelişebilmesine yeni yeni kanallar açmıştır. Dilin besleyici, kültürel katmanları geliştirici yanını burada da görebiliriz.

eee

Zaman zaman dil tartışmalarının gündeme gelmesi birtakım kavramları da ister istemez güncelleştirdi: dilde kirlenme, dil yitimi, dil tutulması vb. Doğru-yanlış, yerinde-yersiz demeden birçoğumuz bunları dilimize pelesenk edip durduk.

Toplumda bir tür kan kaybının, yozlaşmanın yaşandığı gerçek. Ama bu anlamda kirlenmenin, bellek yitiminin ise tanımı yok!

Kirlenen bir toplumda konuşulan anadilin bundan nasibini almaması düşünülemez. Yukarıda altını çizdiğimiz kavramları yineleyerek dilin kirlendiğini söylemekse ne ölçüde doğru acaba?

Evet, acaba dil kirlenmesi mi demeli buna? Sonra bir dil, anadil kirlenebilir mi? Toplumu kirletenlerin kirliliği, onların söylemlerinin kiri bir dili kirletebilir mi? Gerçekten asıl kirlenen Türkçe midir?

Tahsin Yücel’in şu belirlemesine dönmek isterim burada: “Kötü romancının yapıtındaki dil yanlışları nasıl Türkçenin kusuru gibi gösterilemezse, yabancı dil tutkunlarının karma dilleri de Türkçenin kiri olarak değerlendirilemez.”

Belki de ana sorun da bu: dili başka dillerin etkisinden koruma bilincini yeterince verememiş olmamız. Burada asıl göz ardı edilen de edebiyatın günlük yaşamımızdan giderek çıkarılmış olmasıdır.

İmlediğimiz dil bilincinin verilmesinde edebiyat önemli bir yol, hatta en belirleyici olanı. Türkçenin çınıltısını duyurabilecek, hayata bakışı/kavrayışı yansıtabilecek sözcükleri tanımanın, onlarla bir düşün belleği oluşturmanın yoludur edebiyat. Bundan uzak tutulan insanın gündelik yaşamın her türlü olumsuzlamasına karşı durabilmesi güçtür, hatta imkânsızdır.

Hissettiğini dile getiremeyen, gördüğünü anlatamayan bir toplum oluşturmak çabalarının yanlışlığına dur diyebilmek için her birimizin ‘kurtarıcı’ bilinciyle hareket etmemiz gerektiğine inanıyorum.

Bunca yazılıp edilen kitapların anlamı da bu olsa gerek.

Dil, yaşamı kavrayıcı, bizi de katılımcı kılar. Bununla önümüzde açılan bilinçlilik yolu her türlü kirlenmeyi alt edebilecek bir bakış açısı kazandırmaz mı bize?

Dilin düşüncenin aynası olduğu gerçeğini kavrayabilmemiz için de bunun kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.

Öyleyse; dille beslenen kültürün oluşumunda yazının, edebiyatın etkinliğine dönüp bakmalı, buna sarılmalıyız. Varoluşumuzun anlamının burada yattığını görebilmeliyiz.

Yaşamı daha anlamlı kılabilmenin yolu o bilince erişebilmekse; bilgi toplumunda özgüvenle yol alabilecek, değerlerine sahip çıkabilecek bireyi yetiştirebilmenin yolu yordamının da buradan geçtiğini bilmemiz gerekiyor.

Dille yaşama bilincine dönük olmalı her daim yüzümüz, hayatı savunmanın bir yolu da bu değil midir?

* Ortega Y Gasset, İnsan ve “Herkes” s.215, Çev.: N. Gül Işık, 1999, Metis Yay.

** Tahsin Yücel, Dil Devrimi ve Sonuçları, s. 19, 1997, İyi Şeyler Yay.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları