Dillerin varsıllığı
CNN Türk’te bir program... Yönetici hani 15 Temmuz Darbesi’nde ünlenen, gözleri de, gözlükleri de büyük bir hanımefendi. Konu Osmanlıca ve dil devrimi. Konuşmacılar arasında dil uzmanı yok, konuşmalarından anlıyorum ki Osmanlıcayı, eskiyazıyı bilen de yok. Ama olsun, onlar her konuda kendilerini yetkili görüyorlar. Benim “avurtlaşmak” dediğim türden bir tartışma başlıyor. O programdaki konuşmaları neden beğenmediğimi geçen hafta biraz yazdım. Konuşmacılar, Osmanlıcayı bilmiyorlar, dil konusunda da fazla bilgileri yok. Dilbilimde, sözcük, tümce (cümle) gibi kavramların eskidiğini, dilbilgisinin yerini dilbilimi diye bir bilim dalının aldığını, dillerin varsıllığının öyle bir iki sözcüğün karşılığını arayarak anlaşılamayacağını bilmiyorlar. Bunlar uzun kitaplar dolduracak konular. Sözlerine biraz umutla kulak verdiğim Gürkan Hacır kötü bir yerden, kötü bir örnekle başladı söze: “Türkçede her şeye çıkarmak diyoruz, Osmanlıcada istifrağ etmek var örneğin” gibi bir girişle Osmanlıcanın ne büyük bir dil olduğunu anlatmak istedi sanırım. Böyle bir karşılaştırmayla bir dilin varsıllığını ya da yoksulluğunu anlamak çok eskilerde kalmış bir anlayıştır. Ayrıca G. Hacır belleğini biraz zorlasa “istifrağ etme”nin tam karşılığı “kusmak”tır Türkçede, bundan türemiş bir de “kusmuk” sözcüğü var. Sen “kusmak” yerine “istifrağ” dersen, hem “kusmak” hem “kusmuk” sözcükleri yok olup gider. Nereye gider? Geçmişte bıraktığımız binlerce sözcüğün yer aldığı dil mezarlığına... Epeydir o mezarlığı bu köşede, daha geniş olarak da kitaplarımda, sözlüğümde anlatıyorum. Dillerin varsıllığı konusunu ilkin Cumhuriyet’in bastığı, 5. baskısı İmge’den çıkan Öğretemediğimiz Türkçe adlı kitabımda ele aldım. Osmanlıca bir sözcüğü örnek vererek, Türkçenin yetersizliğini anlatmaya çalışanlarla ilk kez karşılaşmıyoruz. Bir röportajında “ıstırap” sözcüğüne karşılık bulamadığını söyleyerek Türkçenin yetersizliğini anlatmaya çalışan ünlü sinema oyuncusu Fikret Hakan’a Öğretemediğimiz Türkçe’de aşağıdaki satırlarla yanıt vermiştim:
“Ancak şunu bilelim ki, bunca acılar yaşamış bir halkın dilinde ‘ıstırap’ karşılığı olarak nice sözcükler bulunabileceğinden kimse kuşku duymalı. Öykülerimde acı’yı, üzüntü’yü kullanamadığım yerlerde, ‘içağrısı’ sözcüğünü bu anlamda kullandım. Türkçenin işlenmemiş toprağından, halk dilinden buldum bu sözcüğü. Kimi yazarlarımızca ‘içsızısı’ da bu anlamda kullanılır.” (s. 186)
“Istırap”a karşılık daha neler neler var dilimizde, inanın saymakla bitmez. Yıllardır “lisan-ı avam” diye aşağılanmış, bu nedenle de yazı dilinde, sözlüklerde yer bulamamış halk diline iyi bakalım. 1969 yılında DTCF’deki mezuniyet tezim nedeniyle başladığım, o gün bu gündür sürdürdüğüm derleme çalışmalarımın sonuçlarını zaman zaman romanlarımda, öykülerimde değerlendirdim, sonra da bunları bir sözlük yapmaya karar verdim. Yalnız ben değil, başka romancılar, öykücüler de yararlansınlar istedim. Istırap’ı, acıyı anlatan o kadar çok sözcük var ki dilimizde: “ağrıdıcı”, “ağrınmak”, “gönlünü karartmak”, “özgöynüğü” sözcüklerini de yukarıda yazdığım “içağrısı”, “içsızısı” sözcüklerine ekleyebilirsiniz. Bunları sanatçılar işlediğinde öylesine güzel bir tat verirler ki...
Sorun Türkçenin yetersizliği değil, onu yetersiz görenlerin yetersizliği...
Kitap önerisi: Günther Fischer, Mimarlık ve Dil, (Çev: Fatma E. Akerson) Daimon Yayınları, İst. 2015.