10 Ocak 2025 Cuma
İstanbul 13°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Din çemberindeki işçilerimiz

Engin Ünsal

Engin Ünsal

Eski Yazar

A+ A-

Siyaset toplum düzenini ve elbette çalışma yaşamını düzenleyen büyük bir güçtür. Bu gücün sahibinin demokratik toplumlarda kim olacağını toplumun bireyleri belirler. Sermaye sahipleri, toplum içinde azınlıkta olmalarına karşın, sürekli bu gücün belirleyici toplum katmanı olmuşlardır. Geçimlerini emekleri ile sağlayan işçiler ve bunların bakmakla yükümlü oldukları insanların sayısı büyük bir çoğunluk oluşturduğu halde bunların siyasal gücün sahibini belirlemekte hiçbir etkileri yoktur. Sermaye sahiplerinin işbaşına getirdiği siyasal gücün kurduğu düzeni kabullenmekten başka yapacakları hiçbir şeyleri de yoktur. Oysa bu düzenin çarkları onlar için değil egemen güçlerin çıkarları için döner.Ezildiklerini, sömürüldüklerini bilirler ama başkaldıracak güçleri yoktur. Tek demokratik müslüman ülke olan Türkiye’de güçsüzün güçlüye oy vermesi gibi bir çarpıklığın yaşanması şaşırtıcı değildir çünkü kurnaz ve oportunist siyasiler işçinin zayıf yanını çok iyi bilmektdir. İşçilerimizin eğitim düzeyi çok düşüktür. Buna karşın dini inanışları çok güçlü ve yüksektir. Karar vermede, yaşamlarını düzenlemede bilimin aydınlığının değil dini öğretilerin etkisinde kalırlar. Din kartını ustalıkla kullanan partiler, işçilerin bu zayıf noktasını çok iyi bildiklerinden, onların oylarını almakta çok mahirdirler. Çok partili demokratik yaşama geçtiğimiz 1950 yılından bu yana Demokrat Parti, Yeni Türkiye Partisi, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi ve özellikle AKP hep din kartını kullanarak, işçilere bir din kumpası kurarak, onların sınıfsal bir nitelik kazanmasını önleyerek iktidar olmuşlardır ve olmaya devam edecek gibi durmaktadır. Çünkü işçilerimizin kendi gerçek kimliklerini öğrenme, örgütlenme, siyasal güç olma, siyaseti işçi hareketinin sınıfsal niteliği ile etkileme gibi bir sıkıntıları yoktur. Onlar önlerine konan ile yetinmeye alıştırılmış tanrının mütevekkil kullarıdır. Başkaldırı kitaplarında olmayan bir sözcüktür.
ZULME KARŞI DİRENME BİR HAKTIROysa bugün bazı ülkelerde insan haklarına, demokrasinin temel kurallarına saygı duymayanlara karşı çoban ateşleri yakılmıştır. Mısır’da Tahrir Meydanı eylemleri, Ispanya’da Podemos hareketi, Yunanistan’da Syriza gerçeği, Türkiye’de Gezi olayları, İngiltere’de İşçi Partisi’nin başına Marksist Corbyn’in getirilmesi yeni bir şafağın müjdesi olabilir. Konuyu ülkemize indirgersek onsekiz milyon işçinin ancak yüzde beşinin örgütlenebildiği, dört milyon işsizin varlığı, merdiven altlarında kaçak çalıştırılan aynı sayıda insanın sefaleti vicdanları zorlamaktadır. Bu ülkenin mutlaka Marksizmden esinlenen bir sosyal demokrat düzene, bir sosyal devlete ihtiyacı açıktır. Zengin ile fakirin arasındaki makas açılmakta, sıkıntılar içindeki işçilerin yaşadığı ölümlü iş kazaları artmakta, ekonomik bunalımdaki inanların intiharı yaygınlaşmaktadır. Çözüm demokratik yoldan bu düzeni değiştirmek ve yerine halktan yana, sömürünün çarklarını kıracak, insanı insanca yaşatacak bir düzen kurmaktır. Bu düzenin nasıl değiştirileceği ise yanıtlanması gereken en önemli sorudur.
BU DÜZENİ ANCAK İŞÇİLER DEĞİŞTİREBİLİRAncak işçiler değiştirebilir çünkü demokratik toplumların en büyük seçmen grubu onlardır. Bunun gerçekleşmesi için işçilerin iyaseten bilinçlendirilmesi gerekir ama bu da geceden gündüze gerçekleşebilecek bir olgu değildir. Bu konuda sol siyasal partilere, işçi sendikalarına ve sendika yöneticilerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Sol kulvarda siyaset yaptığı varsayılan partilerden hiç biri işçinin oy gücüne sahip çıkmayı, işçilere açılarak onları eğitmeyi, onlara siyasal bilinç vermeyi, onların oy verme eğilimini etkilemeyi hiç düşünmemiştir ve düşünmemeye devam etmektedirler. Bu bağnazlık ile asla iktidar olamayacaklarının bile ayırdında değiller. Sendika yöneticileri siyaset yapmaktan korkmaktadırlar. Çoğu, “Aman fincancı katırlarını ürkütmeyelim” telaşındadır. Emekten yana sol bir düzen kurmak hiç ama hiç sorunları değildir. Hepsi günü kurtarma sevdasındadır ve çok büyük bir yanılgı içindedirler. Hiçbir sendika başkanının üyesinin oy verme eğilimini etkileme gibi bir sıkıntısı yoktur zaten hepsi milliyetci-muhafazakâr inanç dünyasında yaşamlarından memnun bir haldedir. Bu demektir ki işçinin büyük gücü bir avare kasnak gibi boşa dönecek ve hiçbir işe yaramadan bu düzen sürüp gidecektir. Pireler filleri yutacak, kısa çöp uzun çöpün hep tepesinde olacaktır. Oysa işçiler için yaşanacak başka bir dünya var ama kimse ayırdında değil. Bir gün zincirlerini elbette kıracaklardır diye umut etmek istiyorum ama umut hep kaybedenlerin ekmeği olmuştur.