29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Din vesayeti (TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

2005 yılında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye üniversitelerinde uygulanan türban yasağının hukuka uygun olduğunu ilan eden kararından sonra, Başbakan Erdoğan’ın “Bu konuda söz hakkı mahkemelerin değil ulemanındır” diyerek öfkesini dile getirdiğini anımsayalım.
Öfkeli başbakan, Osmanlı döneminin ilmiye sınıfını oluşturan ulemanın (“âlim”in çoğulu) görüşünü, bir dünyevî sorunda, hukukun ve yasaların üzerinde tutuyordu. Sanki bir laik devletin değil de İslâmî bir devletin başbakanıydı. Laik bir devletin başbakanıydı ama mürşidi Necip Fazıl Kısakürek gibi bundan son derece rahatsızdı.
Bu nedenle “laiklik” kavramının içeriğini boşaltmak, yeni tanımları zorlamak için elinden geleni yapıyordu. Zaman zaman laikliğin din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olduğunu ileri sürüyordu. Yeni anayasaya da bu türden bir tanımı sokuşturmayı hayal ediyordu. Laikliğin birden fazla hukukî ve sosyolojik tanımı olabilir, benim önerdiğim ve arkasında durduğum tanımın en kapsayıcı ve en yalın tanım olduğunu düşünüyorum:
“Laiklik, dinin vesayet ve baskısına karşı birey, toplum ve devleti korumak gereksiniminden doğmuştur.”
Dinin vesayet ve baskısının olduğu yerde huzur ve barış yoktur. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi. Müslüman ülkelerin tamamında olduğu gibi.
En basit örnek
Ölüm bir insanın en yalın, en savunmasız halidir. Ölünün cenazesi, uygulayıcı Müslüman olsun olmasın, kendisine sorulmadan camiye götürülür. Cenaze namazı kılınır. Belki, kendisine sorulsaydı, böyle bir tören istemeyebilirdi. Ama ailesi ölünün vasiyetini yerine getirmek istemezdi, buna (baskı ve vesayet yüzünden) cesaret edemezdi.
Türkiye’de bir süredir, ölüsünün yakılmasını isteyen bir anlayış var. Ama Türkiye’nin herhangi bir ilinde ölü yakma fırını yok. Ölü yakma fırınını yaptırmak pahalı mı? Olsa ne olur? Mezar toprağı parayla satılmıyor mu? İsteyen parasını bastırır ve cesedini yaktırır. Küllerini ister denize savurtur, ister bir kavanozda saklanır, ister bir duvar deliğine konur ya da küçük bir mezara gömülür. Vatandaş eşitliği bunu gerektirmez mi?
Bir zamanlar merak edip araştırmıştım: Belediyelerle ilgili bir yasa ya da yönetmelikte yakılmaya karşı engeller var. Cesedin yakılması dine aykırıymış. İyi de Türkiye bir din devleti değil ki!... Dinin vesayet ve baskısını ölü gömmede bile görüyorsunuz. Yirmi birinci yüzyıl müslümanı cesedinin yakılmasını neden isteyemesin? Bu özgürlüğü, dinin baskı ve vesayeti engellemiyor mu?
Başka örnekler
19 Ocak 2013 tarihli Sol Gazetesi’nin yazdığına göre, Denizli kent merkezinde 2005’ten bu yana alkol ruhsatı verilmezken, halihazırda ruhsatı olan mekanlar üzerindeki baskı giderek artıyormuş. İstanbul’da ise her köşede bir caminin olduğu Üsküdar‘da camilere 100 metre mesafede alkol satışı yasağı gelmiş.
Demek ki Üsküdar’da şimdiye kadar 100 metre yasağı uygulanmıyormuş. Zaman zaman Padişah fermanı ile içki yasağının uygulandığı Osmanlı döneminde bile camilere 100 metreden yakın meyhaneler vardı.
Bilmiyorum: Camilere 100 metreden yakın uzaklıkta içkili lokanta, meyhane açılmasını yasaklayan bir yasa ya da yönetmelik var mı? Böyle bir yasa ve yönetmelik varsa, yasağın kilise ve sinagoglar için de uygulanması gerekmez mi? Bu ayrımcılık neden?
Dinin baskı ve vesayetine karşı laiklikle korunmuş bir ülkede 100 metre yasağı hukuka aykırıdır.
Böyle bjr yasa ve yönetmelik var ise bunun bütün Türkiye’de uygulanması gerekmez mi?
Vereceğim örneklere göre “Demek ki gerekmiyormuş” sonucu çıkıyor. Örnek Bodrum:
İskele Meydan’ında, Kale’nin altında, karakolun karşısında bir cami var. Adı, Kızılhisarlı Mustafa Paşa Camisi (camii). 1723 yılında yapılan caminin 20 metre karşısında Veli’nin Barı’nda yıllarca içki içtik. Bar hâlâ açık mı bilmiyorum. Açık değilse bile başka mekânlar vardır aynı sokakta. Meyhaneler Sokağı camiye 100 metreden yakın. Meydanın karşı köşesindeki 1970’lerin Raşit’in Kahvesi’nde içki içilirdi. Şimdi yerindeki kahvede gene içiliyor.
İkinci cami, 1901-1902 yıllarında yapıldığı için Yeni Cami adıyla anılan Adliye Camii. Belediye’nin karşısında, Cumhuriyet meydanında. 10 metre mesafeden başlayarak 100 metre içinde onlarca içkili lokanta, kahve ve meyhane var.
Daha ilginç örnek şimdi Gündoğan denen Farilya’da. Deniz kıyısındaki küçük yalı camii. Yıllardır kullanılmıyordu. Belde iyice turistik olunca cami onartıldı. Birkaç yıldır beş vakit hizmet sunuyor. Caminin önündeki plajda bikinili kadınlar denizin tadını çıkartıyor. Caminin komşusu otelin gazinosunda içki içiliyor, canlı müzik yapılıyor. Bu arada camiye Kuran dersi almaya gelenler var.
Durum muhakemesi
Ben toplumsal ilişkilerde hoşgörü, tolerans, sempati, empati, antipati gibi öznel sözcük-kavramlardan hoşlanmam ve kullanmam. Benim için yasal hak ve haklar geçerlidir. Kimseyi hoşgörmem, kimseye tolerans göstermem, empati için kimsenin yerine geçmem; karşımdaki bireylerin, topluluk ve toplumların yasal hakları vardır, ona saygı duyarım. Duymak, duymamak bana bağlı değildir. Duymak zorundayım!
İnternette, Gündoğan’daki yalı camisini “Hoşgörü Camisi” olarak vaftiz etmişler. Kimin hoşgörüsü? Laik bir ülkede haklar vardır. Nasıl yalı camisinde 5 vakit namaz kılmak vatandaşın hakkı ise, caminin önündeki plajda bikini ile denize girmek de haktır. Herhangi bir terslik ve çelişki var ise, deniz taşınamayacağına göre, cami bir başka yere taşınır.
Velhasıl efendim, demokratik ve laik bir ülkede nasıl askerin vesayeti olamaz ise, aynı ülkede dinin de vesayeti olamaz. Ama Türkiye’de dinin vesayetini temsil eden AKP iktidarda.