09 Ocak 2025 Perşembe
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Diplomaside irtifa kaybı -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

1950’li yıllarda Menderes’in Başbakanı olduğu DP Hükümeti, BM kararı olmadan bizimle hiçbir ilgisi olmayan Kore Savaşı’na asker göndermeye kalkınca, Meclis’te küçük bir grupla mücadele veren İsmet Paşa, hükümete karşı çıkmış ve şöyle demişti: “BM kararı bile olmadan Kore’ye Türk askerini gönderiyorsunuz. Bunu niçin yapıyorsunuz? ABD ile ilk münasebetleri kuran benim. Ama bu münasebetler hükümetlerden hükümetlere değil, milletlerden milletlere doğrudur. Yanlış yapıyorsunuz.”

Kore Savaşı aslında bir rejim savaşıydı. İki büyük eğilimi ve iki büyük akımı temsil eden; iki süper gücün savaşıydı ve savaşın cephesi yalnız Kore’de değil, -İnönü’nün daha sonraki cümlelerinde ifade ettiği gibi: “Atlantik’ten Pasifik’e kadar” çağın politik ve sosyal yapısı içindeydi. Bu demektir ki; bu savaşın ne milli, ne dini, ne de vatani bir cephesi yoktu. Kore savaşı, 2. Dünya Harbi’nden sonra kapitalist ve sosyalist cepheler arasında cereyan eden bir “cephe savaşı” olmuştur. Kore‘yle başlayan bu cephe savaşı, bir bakıma bir çağ savaşıydı ve devam edecekti. Nitekim Kore’de savaş biterse Vietnam’da, Çin’de, Endonezya’da, Hindistan’da hatta Kuzey Amerika ülkelerinde dahası örneğin Ortadoğu’da da, kim bilir başka hangi ülkeler arasında bazen sıcak bazen soğuk olarak sürüp gidecekti.

Başkan’dan Başbakan’a

Aradan yıllar geçti, Türkiye bizim olan bir haklı savaşı göze aldığı için ABD’den bir uyarı mektubu aldı.

Yıl 1964.

Kıbrıs’ın üzerinde Türk jetleri uçuyor.

ABD Başkanlığı Johnson, İsmet Paşa’ya o ünlü mektubunu çatık kaşlı bir süper devlet üslubuyla yazıyor ve Kıbrıs’a askeri müdahaleyi önlemek istiyordu. İsmet Paşa ona diplomatik nezaket içerisinde çok sert bir yanıt verdi. Diplomasi o tarihlerde Atatürk dış politikası üzerine kurulmuştu ve Türkiye’nin muhatabı yabancı devlet başkanlarıydı. AKP iktidarı hariç bütün iktidarlar hep aynı usulle yabancı devletlerden gelen mesajlara en üst düzeyden yanıt verme yöntemini kullandı. 2012’de ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone bu usulü deliyor ve ilişkilerini bir sömürge valisi edasıyla AKP Hükümeti’yle paylaşıyor. Türkiye sanki Amerikan mandası altındadır ve kararları sömürge valisi Mr. Francis Ricciardone açıklamaktadır.

Bir gazeteci soramadı

ABD Büyükelçisi bazı televizyonların Ankara temsilcilerini ağırlıyor ve Türkiye ABD arasındaki “gizli” bir uzlaşmaya değinerek şöyle diyor: “Türkiye’ye, terörle mücadelede işbirliği konusunda yeni bir öneri getirdik. Usame Bin Ladin operasyonunda da kullanılan teknik prosedürleri paylaşmayı önerdik. Biz daha yakın bir şekilde çalışmaya hazırız. AKP Hükümeti’yle yaptığımız gizli çalışmalara girmeyeceğim. Biz onlara bunu sunuyoruz. Türkiye işbirliğinin ne olduğuna, ne kadarını açıklayacağına kendisi karar verir.”

Ve ekliyor: “Askeri uzmanlar arasında bu haftada görüşme olacak.”

Başbakan’a bir gezi dönüşünde gazeteciler soruyorlar:

“ -Bu nasıl iştir, Riccardione’nin sözleri ne anlama geliyor?”

Sayın Başbakan kemal-i ciddiyetle:

“- Bu yeni bir şey değil. Tabii başka bazı gelişmeler de olabilir” diyor. Gazetecilerden biri çıkıp da: “Peki bu arada Suriye’ye ne zaman gireceğimizi sordunuz mu? Usame bin Ladin prosedürü kime uygulanacak?” demiyor. Sır, AKP ile Büyükelçi arasında olduğundan olsa gerek! Öyle ya, bu basının ilgisini çekmeyecek bir durum...

Şu hale bakın; 1950’deki Kore Savaş’ına balıklama atlayan ve sayısız şehit veren o zamanki iktidarı bir yana bırakınız. Şimdiki iktidarın muhatabına bakın bir Büyükelçi!

Eğer Türkiye’de aklı başında bir ana muhalefet varsa, yahut bağımsız Türkiye’den, milliyetçilikten söz eden bir yavru muhalefet sayılıyorsa bu küme düşüş rezaletini Meclis’e getirip, bu haddini bilmeyen büyükelçinin açıklamalarının, onurumuzu zedeleyen tavrının hesabını sormalı mı sormamalı mı?

Karar sizin.