26 Aralık 2024 Perşembe
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dış politika iç politikaya alet edilirse onarımı zor sonuçlar doğar

Hakkı Keskin

Hakkı Keskin

Eski Yazar

A+ A-

Almanya, Hollanda, Avusturya, Danimarka ile başlayan kriz, Avrupa Birliği ile ilişkileri kopma noktasına getirdi. “Komşularla sıfır sorun” ile başlayan dış politika, Türkiye’yi içinden çıkılamaz Ortadoğu’nun sorunlar yumağına sürükledi. Şimdi de Avrupa Birliği ülkeleriyle giderek kopma noktasına doğru tırmandırılan bir krize taşınıyor.

Türkiye’nin onuru ve saygınlığı, Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze, askeri darbe yıllarında bile, bu denli yaralanmadı. Çünkü dış politikanın rotası, başka ülkelerin iç işlerine karışmamak ve “Yurtta barış dünyada barış” ilkesine dayanıyordu. Hangi ülke olursa olsun, ilişkilerde her zaman “göz hizası siyaseti” ve diplomasının temel kuralı olan karşılıklı saygı ilkesine bağlı kalınıyordu. İç siyasi hesaplar ve beklentiler, asla dış siyasete taşınmıyor ve alet edilmiyordu. Hatta Erdoğan ve partisi AKP bile bu politikaya yanılmıyorsam on yıl öncesine değin bağlı kaldı.

Giderek Türkiye Cumhriyeti`nin bu saygın ve etkin dış politikasından uzaklaşıldı. Komşu ülkelerle başlayan didişme, sürtüşme ve hatta çatışmaya kadar varan dış politika, Türkiye’yi içinden kolay kolay çıkılamaz sorunların içine taşıdı. Suriye, Irak, Libya, Mısır, Rusya, İran ve İsrail ilişkilerindeki büyük kırılmalar bunun açık örnekleridir. Özellikle Rusya ile yaratılan uçak düşürme krizi, ekonomiye büyük zarar verdiğinden, düzeltilmesine çalışılıyor.

Bu haftalarda Almanya ile başlayan, Hollanda, Danimarka, Avusturya ve diğer AB ülkelerinin bir kısmını da içine alacağa benzeyen sürtüşme ortamı, bilinmelidir ki Türkiye ekonomisine büyük zararlar verecektir. Bu ülkelerden Türkiye`ye gelen sermaye yatırımlarının ve dört milyonu aşkın turistin büyük ölçüde azalacağı kesindir.

REFERANDUMU KAZANMA PAHASINA BOZULAN ÜLKE İLİŞKİLERİ

Başbakan Yıldırım’a Hollanda başbakanı, 14 Mart’ta seçimlerimiz var, bu tarihe değin burada miting yapmanız iyi olmaz diyor. Çünkü bu ülkede ırkçı, Türk ve İslam düşmanı bir parti, bu mitingleri kendi yararına kullanarak birinci parti olma riski var. Bu nazik uyarıya karşın, dışişleri bakanı uçakla, ve aile bakanı da, başbakanın gitme uyarısına karşın, karadan Hollanda’ya gitmeye kalkıyorlar. Hollanda buna izin vermiyor. Hollanda da polisin at ve köpekleriyle protestocuların üzerine gidilmesini tabii ki kınıyorum.

Ancak görünen o ki, Referandumda özellikle yurtdışındaki, belki de Türkiye’deki “Evet” oylarını da artırmak amacıyla, bilerek ve planlanarak Türkiye-Hollanda-Almanya ilişkileri tırmandırılmıştır. Cumhurbaşkanının meydan konuşmalarıyla bu iki ülkeye yaptığı Nazi, Faşist, Bandit suçlamaları, bu ülke halkları ve yöneticileri tarafından kabul edilir ve unutulabilir nitelikte değildir.

Üst düzey bir Almanya politikacı TV yayınında hakli olarak diyor ki, “Türkiye büyük ve gurulu bir ülkedir. Ancak bizim de onurumuza hakaret edilmemesini bekleriz.”

Sayın Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı kimliğiyle bağdaşmadığı halde, Türkiye’deki muhaliflerine öteden beri ağır bir dille eleştirilerde bulunduğunu biliyoruz. Ancak başka ülkelere ve yöneticilerine yapılacak eleştirilerde, diplomatik bir dilin kullanılması vazgeçilemez bir kuraldır. Çünkü Cumhurbaşkanı Türkiye’yi temsil etmektedir. Diplomasi dilini çok daha iyi bilmesi gereken Dışişleri bakanı ise, tam aksine Cumhurbaşkanını adeta kopyalamakta ve eleştirilerini benzer bir dille yapmaktadır.

İLİŞKİLERDEKİ TIRMANIŞ AB ÜLKELERİNDE YAŞAYAN TÜRKLERE ZARAR VERİYOR

“Yurt dışında veya yurt dışı temsilciliklerinde seçim propagandası yapılamaz.” yasasına uyulsaydı veya Türkiye’de görevini yerine getirebilecek özgürlüğe ve bağımsızlığa sahip yargı kurumları olsaydı, Türkiye bu sorunları yaşamayacaktı. Oylanacak bu Başkanlık sisteminde tamamen yürütmeye bağlanacak yargının, nedenli büyük sakıncaları beraberinde getireceğini, bu durum kanıtlamaktadır.

AB ülkelerinde, üç milyondan fazlası Almanya’da olmak üzere beş milyon Türkiye kökenli insanımız yaşıyor. Bunların önemli bir kesimi aynı zamanda yaşadıkları ülke vatandaşlığına sahipler. Türkler bu ülkelerde ağır koşullara karşın, toplumun her alanında, parlamenter, bakan, bilim insanı, öğretim üyesi, yazar, gazeteci, sanatçı, işveren, sendikacı, futbolcu gibi gurur duyabileceğimiz en üst görevlere gelebilmişlerdir.

Almanya’nın en önemli sivil toplum kuruluşu olan “Almanya Türk Toplumu” genel başkanı Gökay Sofuoğlu yaptığı açıklamada, Türkiye-Almanya-Hollanda arasında yaşanan suçlamalar ve sataşmalar, yalnız hükümetleri değil, aynı zamanda ülkelerin halklarını da derinden yaralamaktadır.

Bu kırılmaların yeniden düzeltilmesi gelecekte büyük çaba ve emek gerektirecektir, diyor Sofuoğlu. Oy toplama uğruna yapılan hakaret düzeyindeki ağır suçlamalar, AB ülkelerinde yaşayanlara da zarar vermektedir.

Avrupa Kamuoyu, “Hayır” için çalışma yapanların uğramakta oldukları sınırlamalar, medyadaki hükümet ağırlıklı propagandalar, basın ve fikir özgürlüğündeki baskılar ve yargıdaki hükümet etkinliğini, çok yakından izlemekte ve bilmektedir.

Devlet adamı olmak için, ülke çıkarlarını her zaman parti ve şahsi beklentilerin üstünde görüp, özellikle dış ilişkilerde neyin, ne zaman ve hangi dille söyleneceğini bilmek gerekir. Ne yazık ki yapılmayan budur!