Dış politikada 'sıfır sorun' artıkları ve çözüm
Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi kuşatmaya yönelik girişimler hız kazanırken, maalesef iç siyasette kurucu değerler üzerinde sürdürülen tartışmalar, ucu nereye gittiği belli olmayan açıklamalar ve pratikte iflas etmiş akademik hezeyanlar peşinde vakit kaybetmeye devam ediyoruz.
Ortaya bir metot koymaktan uzak açmazları bir kenara bırakıp, Türkiye’yi yakından ilgilendiren Libya, Tunus, Lübnan ve Mısır’daki gelişmeleri incelemekte yarar var.
LİBYA’DA FRANSIZ İSTİHBARATÇILAR ve ABD
Hâlihazırda durumun gergin olduğu Libya’da Fransızlar, Türkiye karşıtı yeni bir hamleye giriştiler.
Fransız ve İsrail istihbaratıyla ilişkili, “filozof” adı altında dünyaya pazarlanan Bernard Henri Lévy’nin, 26 Temmuz’da Ulusal Mutabakat Hükümeti(UMH) kontrolündeki bölgeye yaptığı ziyaretle başlayan Türkiye karşıtı kışkırtma, yeni bir safhaya taşındı.
Paris yönetimi, Commandement des opérations spéciales (COS) adıyla bilinen, Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Özel Kuvvetleri bazı UMH yöneticileriyle temas kurmak üzere Libya’ya göndermeye hazırlanıyor. Fransa ve Libya’dan gelen kimi haberler ise planın halihazırda uygulamaya geçtiği bilgisini içeriyor.
1992 yılında, Fransız ordusu bünyesinde kurulan COS, Afrika’dan Orta Asya’ya Fransa’nın stratejik çıkarları doğrultusunda özel operasyonlar düzenlemenin yanı sıra istihbarat toplama alanında faaliyet gösteriyor.
Bugüne değin Libya’da Hafter’le hareket eden Fransa’nın, UMH’yle temas kurma girişiminin neden ve hedeflerine 29 Temmuz tarihli “Atatürk’ü lanetleyenler ve Libya’da Fransız oyunu” başlıklı yazımda değinmiştim fakat planın uygulamaya sokulmasıyla beraber tekrar dikkat çekmekte yarar görüyorum;
- Hafter’in savaşı kaybetme ihtimaline karşı UMH’yle bağ kurarak, Libya’da iki tarafa eşit mesafeli bir siyaset izlemek,
- UMH içinde çatlak yaratmak suretiyle siyasi birliği parçalamak,
- UMH ve Türkiye arasında karşılıklı şüphe ve güvensizlik yaratarak ittifaka zarar vermek.
ABD’NİN DEVAMLI İSTİKRARSIZLIK PROJESİ
Libya’da sadece Fransa değil ABD de UMH yönetimini kontrol altına almaya yönelik hamleler yapıyor. Washington’un, Türkiye’nin UMH üzerindeki etkisini sınırlamaya çalıştığı aşikar. Diğer yandan ABD, Hafter kuvvetlerine desteğini de sürdürüyor.
ABD’nin, Libya’da bir tarafın diğerine karşı kesin olarak galip gelmesini engellerken 3 temel amacı var;
- Libya’da istikrarsızlığı sürdürmek ve bu yolla müdahaleye açık halde tutmak,
- Türkiye ve Mısır arasında çatışma ortamını devamlı kılmak,
- Türkiye’yi Libya’daki sorunlarla meşgul etmek suretiyle Suriye ve Irak başta olmak üzere diğer cephelerde zayıflatmak.
Son dönemde, ABD-Fransa hattının Türkiye karşıtı faaliyetlerinin hızlandığı diğer bir ülke ise Tunus oldu.
TUNUS’TA İHVAN VE ULUSALCILAR ARASINDA KOALİSYONUN SONU
2011 Arap Baharı ayaklanmalarının patlak verdiği ülke olan Tunus’ta, bu tarihten sonra ülkenin iki organize kuvveti, eski rejim ve ordudan isimlerin de içinde bulunduğu ulusalcı/milliyetçi blok ve İhvan’ın Tunus kolu olan Nahda hareketi arasında koalisyonlar dönemi başladı.
Farklı dönemlerde siyasi gelgitler yaşayan koalisyon, geçtiğimiz ay dağıldı. Başbakan istifa etmeden önce Nahda üyesi bakanları görevden aldı.
Bu gelişmelerin hemen sonrasında Meclis Başkanlığı görevini sürdüren Raşid El Gannuşi hakkında gensoru verildi ve güven oylaması yapıldı. Gannuşi, kıl payı farkla güvenoyu aldı.
Ülkede darbe söylentileri yayılırken, erken seçim de gündeme girdi.
Perdenin araladığımızda, ABD-Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Nahda karşıtı kampta yer alan siyasi isim ve partilere destek vererek, koalisyonun parçalanmasını hızlandırdığını görüyoruz.
Fakat diğer yandan aynı ABD ve Fransa, Nahda’yla da ilişkisini sürdürüyor.
Türkiye ise bölgenin geri kalanında olduğu gibi İhvan’a yakınlığı nedeniyle Nahda’ya tam destek verirken, ülkedeki diğer gruplarla ilişki kurmama yanlışına düşüyor.
Yarın Nahda’nın, Tunus siyasi sahnesinden silinmesi halinde, Türkiye’nin sadece Tunus değil, Libya ve genel olarak Doğu Akdeniz’de ittifak kurma siyasetinin de zayıflayacağı aşikar.
Dolayısıyla, bu ülkede ittifakları çeşitlendiren bir siyasete yönelmenin zamanı çoktan geldi.
LÜBNAN’DA YENİ DÖNEM VE TÜRKİYE
Lübnan’da aylardır süren hükümet karşıtı eylemler, Beyrut’taki korkunç patlamayla beraber yeni bir safhaya taşınırken, hükümet krizi, sokak hareketleri ve en önemlisi iç savaş işaretleri belirgin hale geldi.
Diğer yandan başta Fransa olmak üzere bölgede faal olmak isteyen bütün kuvvetler, Beyrut’u ziyaret ederek güç gösterisinde bulundu.
Lübnan’da, Fransa’nın Hristiyan gruplar, ABD’nin Sünni siyasi hareketler üzerinde etkisi mevcut. Öte yandan Körfez’in finansal hamleler üzerinden, İsrail’in ise operasyonel kuvvet kullanarak ülkede etkili olduğu biliniyor. Hepsinin ortak amacı ise Hizbullah’ı tasfiye ederek, İran’ın Lübnan’daki varlığını zayıflatmak.
Türkiye’nin tarihsel olarak Lübnan’daki Sünni nüfus üzerinde etkisi var. Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu Beyrut’ta karşılayan kalabalık da bu etkinin bir nevi kanıtıdır.
Lübnan’da, Ankara’nın Tahran’la el ele vererek Sünni ve Şiiler arasında, içine anti-emperyalist Hıristiyanları’da alacak yeni hamleler yapabileceği geniş bir siyasi alan açılmış durumda.
Keza Rusya’nın da Hristiyan gruplar üzerinde ağırlığı mevcut ve bu tür bir koalisyonda belirleyici olabilir.
Ankara- Tahran ve Moskova aksının Lübnan’da etkin hale gelmesi halinde Doğu Akdeniz’deki menfaatlerimizin Lübnan’la anlaşma yapmak suretiyle korunması kolaylaşacaktır.
Aksi halde, yani Ankara’nın Sünniler üzerindeki etkisini olumlu yönde kullanamaması halinde ise ABD-İsrail-Körfez hattının Lübnan’daki Sünni grupları dilediği gibi bölge aleyhine kullanması ihtimali doğacaktır.
MISIR YUNANİSTAN’LA ANLAŞMADAN VAZGEÇER Mİ?
Mısır’ın Yunanistan’la yaptığı anlaşma daha geniş bir değerlendirmeyi gerektirse de haftalardır aynı konuyu ele aldığım için kısaca değineceğim:
Kahire ve Atina arasındaki anlaşma uluslararası hukuka göre geçersizdir ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun da belirttiği gibi Türkiye bu konuda gerek sahada gerekse masada elbette gerekeni yapacak ve haklarını muhafaza edecektir.
Fakat anlaşma konusunda bir noktayı gözden kaçırmamakta yarar var; anlaşmanın yürürlüğe girmesi için Mısır ve Yunan Parlamentolarının onayı ve sonrasında Cumhurbaşkanlarının imzası gerekli.
Bu yazıyı kaleme alırken, Mısır tarafının anlaşmayı ne zaman Meclise getireceği konusunda henüz kesin bir tarih açıklanmamıştı.
Mısırlı kaynaklar ise Ankara’nın özellikle İhvan konusunda atacağı somut ve şeffaf adımların, Mısır’ın anlaşma yönündeki iradesinde değişikliklere neden olabileceği yönünde değerlendirmeler yapıyorlar.
Dünyanın gördüğünü, yani Mısır’ın Yunanistan’la yaptığı anlaşmadan zararlı çıkacağını Kahire’de oturanların da gördüğü mutlak...
Doğu Akdeniz’de atılacak doğru diplomatik adımların halen bir şeyleri değiştirebileceği bir süreçteyiz.
Yeter ki iç siyasette milli birliğimizi muhafaza edebilelim.
Bitirmeden evvel, yeni bir anti-emperyalist söylem ve dış politika geliştirmek için öncelikle, Batılılaşma karşıtlığıyla yola çıkan Müslüman Kardeşler hareketinin, nasıl Batı’nın Yeşil Kuşak benzeri projelerinde koçbaşı haline geldiği sorusunu sorup, sonrasında ise Mustafa Kemal Atatürk’ün teori ve pratiklerinin Cezayir’den Hindistan’a değin emperyalizm karşıtı mücadelenin liderleri Ben Bella’lar, Cemal Abdül Nasır’lar, Burgiba’lar ve Mişel Eflak’lar üzerinde neden ve nasıl etkili olduğunu tartışmanın gerektiğini belirtelim.
Aksi halde Kuzey Afrika ve Batı Asya’da, “sıfır sorun” artığı İhvan merkezli siyasetlerle uğraşmaya devam edeceğiz.
Son söz olarak, Mavi Vatan savunması için Akdeniz’e açılan Türk Donanmasını Tanrı muzaffer kılsın.
Not: Mustafa Kemal Atatürk’ün İslam dünyasında etkisi üzerine değerli Cüneyt Akalın hocanın çevirisiyle, İskender Gökalp ve François Georgeon’un derlediği “Kemalizm ve İslam Dünyası” adlı eseri öneririm.