26 Kasım 2024 Salı
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dışarda ödül, içerde nasihat-(TAMAMI)

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Son dert beş yıldır- ki daha fazla da olabilir- kimi Türk filmlerinin içerde görmediği, esirgendiği ilgiyi dışarda görerek ödüllendirildiği gözleniyor. Biraz tuhaf bir durum. Benzer olguyu 1978-1986 yılları arasını kapsayan Yeni Türk Sineması Dönemi’nde de yaşamıştık. O dönemlerde Kemal Tahir’den beslenen ya da Kemal Tahir’in sinemayı kullanarak düşüncelerini pekiştirme amacıyla desteklediği ulusal sinemacılardan kimileri bu duruma, kendilerince bir yanıt bularak “dışarıya film değil kilim satıyoruz” diyerek , kimi Türk filmlerinin dışardaki ilgisini niteliklerinden daha çok folklorik özelliklerine bağlamışlardı. Tabi ki ulusal sinemacıların o dönemdeki bu yaklaşımı doğru değildi. O dönemde yurt içinde göremedikleri ilgiyi dışarda görüp ödüllendirilen filmlerin tümüne yakını, siyasal iktidarın düşünceleriyle bağdaşmayan toplumsal içerikli filmlerdi.

Ama bugün böylesine bir durum yok. Ne birileri kimi filmleri kısıtlayıp yurt dışına gitmesini yasaklıyor, ne de ulusal festivallerde belirli kişiler takım oyununa girerek kimi filmleri şu ve ya bu şekilde yadsıyor. Ama sonuç aynı. Bugün; yurt içinde ya da ulusal festivallerde ilgi görmeyen bir çok filmimiz, yurt dışında, özellikle de A tipi olarak isimlendirdiğimiz Cannes, Berlin, Venedik ya da bu değere yakın festivallerin dışındaki festivallerden hiç eli boş dönmüyor, şu ve ya bu şekilde bir ödül alıyor.

Bunun sonucu da ortaya ister istemez yanıtlanması gereken bir dizi de soru çıkıyor. Acaba bizler mi (yani ulusal festivallerdeki jüriler mi) bu filmleri algılamakta zorluk çekiyoruz, yoksa yabancılar mı, bu filmleri bir başka gözle görüp, değerlendiriyorlar? Örneğin bir bakıma bizim A tipi olarak isimlendireceğimiz İstanbul, Antalya, Adana ve de Anka Film Festivallerinde, bırakın ödül almayı bir yana, hiçbir dalda ödüle layık görülmeyen, ödüle layık görülmediği gibi sinemasal açıdan da bir çok kişi tarafından olumsuz görülen bir çok yerli film, B ya da C tipi olarak adlandırdığımız yabancı film festivallerde büyük ödülü bile kazanabiliyor. Garip bir çelişki.

Bu filmlerin hangi filmler olduğuna ilişkin bir not düşmeyeceğim. Sinemayla uzak-yakından ilgileneler bu yönetmen ve filmleri az çok tahmin edebiliyor. Zaten sorun da bu değil. Esas sorun; bir filmin yurt içiyle, dışındaki kimi festivallerde farklı ölçüt ve değerlerle değerlendirilmesi.

Bundan bir başka sonuçlar da çıkarabiliriz. Örneğin Türkiye’de artık çoğu eleştirmen batı standartlarında ve hatta kimi zaman onlardan daha iyi bir konumda. Değerlendirme konusunda da hata paylarının çok düşük olduğunu söyleyebilirim. Yani kendi filmlerimizin niteliklerini çok iyi kavrayabiliyor, en azından belirli sinemasal ölçütlerle nesnel bir değerlendirme yaparak iyi ile kötüyü çok rahat bir şekilde ayırabiliyoruz. Bu, dışardaki jürilerin bu değerlendirmeleri bizim gibi yapamadığı anlamına hiçbir zaman gelmemeli Onu söylemek istemiyorum. Ama, Türkiye’deki festivallerde ilgi görmeyen filmlerin dışardaki B ya da C tipi festivallerde ödül almasındaki ölçütün, ben, bu filmlerin sinemasal nitelikleri açısından değil de, farklı bir kültürün kimi özelliklerini cömertçe sergileme başarısından ya da özelliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Yani biz bu filmlere film gibi yaklaşıp değerlendiriyoruz, onlar ise tümüyle kilim gibi bakıp değer biçiyor. Dün, yani 80’li yıllarda bu bakış yanlıştı, çünkü ödül alan filmler film gibi filmler olduğu gibi yurt içinde de ilgi görüp ödüllendirilebiliyordu. Bugün ise durum farklı ya da tam tersi.

Dileriz ki sözünü ettiğimiz- daha doğrusu etmeyip ima ettiğimiz- bu filmler de, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Özcan Alper ve diğerleri gibi biraz da film gibi film yaparak, hem dışta hem de içte övgü ve ödül alıp, A tipi festivallere katılarak şanslarını deneseler. Ayrıca bu festivallerde ödül almaları da gerekmez. Yarışmalı bölümlerine katılmaları bile başlı başına bir ödül olur bence. Yoksa adı sanı duyulmayan festivallerin verdikleri ödülün ne kendilerine ne de sinemamıza bir katkısı olacağını hiç sanmıyorum.

Ama birileri çıkar da, nereden alırlarsa alsınlar, ödül ödüldür diyebilir. Hiç de haksız sayılmazlar. Bu yazının amacı da; alınan bu türden ödüllere karşı çıkmak değil, aksine, içerde görmediği ilgiyi ve ödülü, dışardaki küçük festivallerde alıp da, Türkiye’deki festival ve jürileri kınayanlara yalnızca küçük bir hatırlatma yapmaktır. Çünkü iyi film, hem kendi ülkesinde, hem de dışarda, ödül ve benzer ilgiyi gören filmdir. Hani derler ya ulusaldan uluslararası olmak, ya da evrensele ulaşmak, onun gibi bir şey. Ama bugünlerde bunun da tam tersi oluyor. Acaba neden? Bu da düşünmeye ve de tartışmaya değmez mi?