Dışarıdan bir gözle Demirel’in ardından
50 yıldır Almanya`da, Hamburg ve Berlin`de yaşamaktayım. Siyasalbilgiler öğrenimimi ve doktoramı Berlin Hür Üniversitesinde yaptım. 1968-1971 yıllarında Almanya Türk Öğrenci Federasyonu Başkanı olarak 68 öğrenci liderlerindenim. Bülent Ecevit`in politikalarını desteklemek amacıyla 1972’de Berlin Halkçı Devrimci Birliği, daha sonra da “Almanya Halkçı Devrimci Federasyonu”nun kuruluş çalışmalarında aktif olarak katıldım. Almanya’daki Türklerin eşitlik haklarını savunmak amacıyla, 1985-2005 yıllarında Almanya’nın değişik kent ve eyaletlerinden oluşan 230 üye derneği bir araya getiren “Almanya Türk Toplumu”nu (TGD) kurduk. 10 yıl bu örgütün genel başkanlığını yaptım.
1993-97 yıllarında Hamburg Eyalet Parlamentosuna seçilen ve Alman kökenli olmayan ilk milletvekiliydim. Ekim 2005-2009 yıllarında Alman Parlamento Milletvekili ve Avrupa Parlamenterler Meclisi üyeliği yaptım.
1980-2005 yılları arasında Berlin ve Hamburg`da öğretim üyesi olarak siyasal bilgiler, göç ve uyum konularında dersler verdim.
Kapsamlı doktora tezimde, Osmanlı devletinde sanayi devriminin olamayış nedenlerini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyo-ekonomik ve siyasi tarihini araştırdım. Tezim Almanca olarak “Die Türkei” (Türkiye, Osmanlı İmparatorluğundan ulusal Devlete) ismiyle 1976’da yayınlandı. Türkiye’deki gelişmeleri her gün okuduğum Cumhuriyet gazetesinden ve bilimsel yayınlardan yakından izledim.
BELLEĞİMDE İZ BIRAKAN İKİ OLAY
Almanya Türk Öğrenci Federasyonu başkanı olarak, Türkiye`deki gelişmeler hakkında yaptığımız eleştirel toplantı, konferans ve açıklamalar nedeniyle haziran 1970’te vatandaşlık hakkım elimden alındı. Konu kamuoyunda geniş yankı buldu. Bu olay benim de katıldığım 5 günlük açlık grevi ve etkinliklerle Almanya ve bazı Avrupa ülkelerinde protesto edildi. Avukatlarım Uğur Mumcu (kendisini rahmet ve saygıyla anıyorum) ve Uğur Alacakaptan’ın da savunmalarıyla Danıştay’da davayı kazanarak vatandaşlık hakkımı geri aldım. Yaşamımda unutamayacağım önemli bir anı bu. 1971 darbesinden sonra ikinci defa vatandaşlık hakkım elimden alındı. Yine Danıştay kararıyla vatandaşlığımı geri aldım.
Hiç unutamayacağım ikinci önemli olay da Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını önlemek için yaptığımız 5 günlük açlık grevi ve protesto gösterileriydi. Açlık grevimize ünlü Alman profesörler de katıldı ve eylem Alman medyasında geniş yankı buldu. Sosyal Demokrat ve hümanist Almanya Cumhurbaşkanı Gustav Heinemann isteğimize uyarak, Türkiye nezdinde Deniz’lerin idamının önlenmesi için girişimlerde bulundu. Ne yazık ki bu gencecik üç yurtseverin 6 Mayıs 1972 tarihinde katledilmesi önlenemedi. Çok sonra öğrendim ki, Deniz geçmiş de benim vatandaşlıktan atılmama karşı protestolarda bulunmuştu.
BU ÖZEL YAZIMIN NEDENİ
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ölümü nedeniyle “Demirel’in ardından” başlıklı bir açıklama yaptım. Demirel’in büyük bir devlet adamı olarak Türkiye tarihine geçeceğine değindim. Bu açıklamam, Demirel’in üç fidanın ölümüne onay vermesi ve genel olarak da siyasi çizgisi nedeniyle, eleştirilere neden oldu. Biyografimle ilgili yukarıdaki açıklamayı bu nedenle yapma gereği duydum, bağışlayın lütfen.
Vatandaşlıktan çıkartıldığımda yüzlerce yazı yayınlandı. İlhan Selçuk`un 26.7.1970 tarihli “Hakkı ile Süleyman” başlıklı yazısı tam bu ilişkide aklıma geldi. Yazıda ikimizin de köy çocuğu olması bağlamında “Bakanlar Kurulunun Başbakan Süleyman Demirel başkanlığında toplanarak Hakkı’yı Türk vatandaşlığından çıkartması” kararı, İIhan Selçuk`un o unutulmaz hiciv diliyle eleştiriliyordu.
Süleyman Demirel`in üç genç insanın ölümüne onay vermesi, yaşamında belki de yaptığı en büyük hatadır kanımca. Demirel`in bu kararını kınamak, saygın bir tavırdır. Benim vatandaşlıktan çıkartılmam ise, bu denli geniş yankı yapabileceği düşünülmemiş olan, belki de başbakan için rutin bir uygulama olmuştur.
Ne varki Demirel zamanında, kendi örneğimde yaşadığım gibi, yargı bağımsızdı. Demirel’i eleştiren sayısız kişilerden hiç biri hakkında dava açılmamıştı. O konuşan, çağdaş, Atatürk ilkelerine bağlı bir Türkiye için çalıştı. “Caddeler yürümekle aşınmaz” açıklamasıyla, farklı yorumların aksine, bırakın yürüsünler, görüşlerini söylesinler diyordu. Erdoğan döneminde ise bunun tam aksine, Taksim/Gezi direnişinde ve yüzlerce diğer gösteride öldürülen, yaralanan, hapse atılan insanlarımıza tanık olduk. Son derece yasal eleştiri hakkını kullanan yüzlerce kişi hakkında Erdoğan dava açtırdı, bazıları güdümlü yargı tarafından hapse atıldı. Demirel, yeğeninin bir yolsuzluk nedeniyle tutuklanması ve hapse atılmasına karışmadığı gibi, onun cenazesine bile gitmedi. Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük yolsuzlukları kovuşturulmayarak örtbas edilmeye çalışılmaktadır.
Demirel’i, Türkiye siyasetinde 40 yıl parti başkanı, başbakan ve özellikle de örnek Cumhurbaşkanı olarak yaptığı hizmetleri ve yanlışları, terazinin kefesine koyarak değerlendirmek gerekir. Bir bilim insanı olarak benden lütfen farklı bir yaklaşım beklenmesin.