22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Diyarbakırlıyım neden o üniformayı taşıyamıyorum?

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Geçen hafta Diyarbakır’dan üç konuğum vardı. İki kardeş, bir oğul. Vaktiyle biriyle bir bardak çay içmişliğimiz var. Madem kahve kırk yıl yapıyor Diyarbakır çayı on basar.
28 yıl önce kahvelerde kocaman ince belli bardaklarla içtiğim “kaçak” çayın tadı başkaydı...
Doğu Perinçek, o yıllarda Diyarbakır Cezaevi’nde tutukluydu. Görüşe gitmiştim.
Küçük taburelere oturup içtiğimiz çay ev tadındaydı. Sohbet, sıcaklık memleket tadında.
Bardaklara da şaşırmıştım. Bizim bu taraflardaki kahvelerde bir yudumda biten minicik ince belliler vardı. Diyarbakır’dakiler göz doyuran cinsiydi. (Sözün aslı öksüz doyuran biliyorum da; ben böyle değiştirdim. Öksüzlere çok ayıp çünkü.)
Aslında “kaçak”lığın da kaçaklığı kalmadı. Bildiğimiz Seylan çayı. Ama adı hâlâ öyle.
Neyse biz konuklarımızla İstanbul’da Parti’de Nurcan Hanımın elinden çaylara doyarken sohbete doyamadık.
Oğlumuz öğretmen. Başarılı, parlak bir çocuk. Her sınavda 99.5 alan...
Gazetede ilanları görüyorlar. Babası da devlet memuru. Oturup görüşüyorlar. Oğul çok istiyor Harp Okulu’na girmeyi. Hemen başvuruyorlar. Yazılı sınavlar yıldızlı pekiyi.
Ama mülakattan “başarısız” bulunuyor. Gerekçe yok zaten.
O zamanlar bayağı sarsıntı geçiriyor.
“Bir türlü sindiremedim” diyor “Neden? Neden, Diyarbakırlıyım diye benim o şerefli ünüformayı taşımama izin vermiyorlar... neden vatanıma hizmet etmemi istemiyorlar...”
Aslında işi var. Meslek subayı olacak.
Çok sonra FETÖ ortaya çıkınca rahatlıyor. Çünkü öğreniyor ki sınavlarda şifre veriliyormuş. O cümleyi lafın arasında geçirince anlaşılıyormuş. Onlar seçiliyormuş.
Yeterlik mi?
Öyle bir şey derecelendirme dışı elbette. FETÖ’nün yaptığı en büyük tahribatlardan biri de bu. Devlet aygıtını, nerdeyse her kurumunu içten içe çürüttüler.
Yeterli olmayanlar göreve geldiler, terfi ettiler... onun için yargılandıkları mahkemeye ilk gittiğimde şaşırmıştım. Bunlar nasıl general, amiral... hiç subaya bile benzemiyorlar diye...
Zaten başka birşeymişler.
Hocaefendinin müridi.
Şeyhler müridler toplumunun mensubu.
FETÖ DİREĞİ
Oğlumuz FETÖ’yü iyi tanıyor. İstanbul’da üniversiteyi yine üst düzey bir başarıyla kazanınca babasıyla birlikte gelmişler. FETÖ’cüler hemen yanaşmış, ellerinde başarılı çocukların listesi. Adıyla bulmuşlar kayıt için kuyrukta beklerken. Yurt, burs, kurs... önerileri... Neyseki baba deneyimli. Geri püskürtmüşler. Oğluna sıkı sıkı tenbih etmiş, dönmüş. “Daha 17-18 yaşındaydım nereden bilecektim...” diyor.
İkinci direkten dönmesi ise şans bence.
Kaç genç tanıdım. Yaşamları alt üst olan. Harp Okulu’nun son sınıfına gelmiş. Son altı ayı. Resmen işkence. Dayanamayıp istifa edip daha doğrusu ettirilmek zorunda bırakılan, ayrılan. Ailesinin sorumluğunu taşıyan çocuklardı bazıları. Mezun olacak, maaş alacak. Kaç kişi birden onu bekliyor. İradeli. Zeki, başarılı. Sonraki yaşamları öyle olmuş zaten. Dişini sık sık... ama sonunda pes!
Onlardan olmayınca FETÖ’nün kasıtlı uygulamalarına hedef oluyordunuz, eleniyordunuz... Yerine kendilerinden olanları geçiriveriyorlar, onların önünü açıyorlardı.
“İyi ki” diyorum, “baştan elenmişsiniz...”
Diyarbakırlı olmakla onur duyuyor, birlikte kentten söz ederken nasıl gözleri parlıyor.
Kentini seven memleketini sever, memleketini seven vatanını sever...
Daha önce çok yazdım. Diyarbakır’a gitmediyseniz mutlaka gidin. Benim aşık olduğum özel kentlerden biridir. Öylesine bir olgunluk, yaşanmışlık, ayrı bir çekicilik var ki...
ULUSAL KANAL’IN TAMİRCİ HAYRANLARI
Bir başka ortak noktamız daha var konuklarımla.
Diyarbakır’da televizyon tamircileri diyormuş ki,
-Ya şu Ulusal Kanal arada bir frekans değiştirse de elimiz biraz para görse...
-Nasıl, yani?
-Ayar yapmak için evlerden çağırıyorlar, 15-20 lira her gidiş... fena para mı...
Meğer ne çok seyreden varmış!
Aman gözünü seveyim sakın ha... tamirci böyle dedi diye...!!
Daha yeni atlattık frekans değişikliği gerginliğini.. Aman kaçıracağız, seyredemiyeceğiz telaşını...
Yeniden kaldıramayız doğrusu.
​ÇİN’E BACADAN GİRME FAALİYETLERİ
Çin Eğitim Bakanlığı okul müfredatında bulunan kitapların içeriği ile ilgili kapsamlı bir inceleme başlatmış. Batı etkisinin azaltılmasını hedefleyen bakanlık, kitaplardaki “onaylanmamış yabancı kaynaklara ait içerikleri, bilgileri ve eklemeleri” çıkarmayı planlıyomuş.
Çin’i ekonomik bakımdan sarsmaya güçleri yetmiyor. Bacadan girsek diyorlar, anlaşılan.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ülkedeki eğitimde çok da fazla olmayan Batılı fikirlerin yerini de, daha fazla vatanseverlik duygularını geliştirecek ideallerin almasını istiyormuş.
Dokuz yıllık zorunlu temel eğitimi kapsayacak bu inceleme ve değişimin 15 Ekim’e kadar tamamlanması öngörülüyor.
Çin’in resmi Xinhua haber ajansına açıklama yapan yetkililer şunları söyledi:
“Son dönemde bazı firmalar tarafından yazılan ve basılan eğitim metinlerinde izin ve onay olmadan bazı değişiklikler yapıldığını saptadık. Bazı okulların ulusal resmi onaylı kitaplar yerine bu firmaların kitaplarını kullandığını gördük. Önlemlerimiz bununla ilgili.”
Çin’de özel okulların artması da bir endişe kaynağı. Buraları gerçekten “baca görevi” görmeye uygun ortamlar olabiliyor. Bu okullarla da yeni bir düzenleme getirileceği söyleniyor.
HER TÜR BULUNUR!
Peru’da Lenin Hitler’e karşı! Ülkenin Yungar şehrinde “Hitler Alba Sánchez” isimli bir kişi belediye başkanlığına aday olunca “Lenin Vladimir Rodriguez Valverde” isimli vatandaş, Hitler’in adaylığının iptali için başvurdu. Başvuru reddedildi. (@MehmetPerincek)
AYAKKABICILARIM NEDEN GİTTİ
Gazeteci Deniz Zeyrek sormuş: “Ekonomiciler ya da sosyologlar bizi aydınlatsın lütfen: Neden önce ayakkabıcılar havlu atıyor? Hotiç, Yeşil ve şimdi de Beta konkordato ilan etmiş.”
Öyle üzülüyorum ki... Üçü de yerli ve güzel ve de rahat ve de sağlam... 10, utanıyorum artık söylemesine 15-20 yıldır giydiğim ayakkabılarım var. Arada ufak tefek tamirle... zaten çok abuk modayı takip etmediğim, rahatıma da zorunlu olarak düşkün olduğum için, başka türlü nasıl oradan oraya koşturacağım... uzun yıllar giyiyorum. Onlar bana saygılı davranıyor ben de onlara... Ayrılmamız zor oluyor. Ucuzluk dönemlerini de izleyince fiyatlar benim de alabileceğim gibi.
Neyse gelelim yanıtlara.
“Bir ayakkabı mağazası sorumlusu olarak şunu yazabilirim” diyor biri ve alt alta sıralıyor:
“Deri ve yan sanayi dolar ile
“AVM kiraları ekonomik akılla açıklanamıyor
“Aldığımız her modeli son çifte kadar satamıyoruz (stok maliyeti)
“Stok maliyetini kurtaracağına parayı başka yerlere akıtmak (hayati bir hata)”
(Bu firmalardan bazıları inşaat işine girmiş, onu söylüyorlar. Ellerinde patlamış.)
Bir ayakkabı fabrikası genel müdürü:
“Alacakların vadeleri korkunç uzun
“Üretilenin hepsi satılmaz. Hesapsız üretim+stok maliyeti.
“Geri dönüşüme kafa yoran görmedim.
“Korkunç kâr marjlarıyla çalışırlar ve kazanırken havalarından geçilmez maalesef...”
“Kullanılan malzemelerin yüzde 80’i ithalmış. İthalatcı mal vermiyormuş, aynı malı sattığı fiyata alamama korkusu. Zaten birçok mal İtalya’dan geldiğine göre, ana rakibimiz bize iş verir artık...”
“Rekabet yıktı adamları, daha doğrusu o rekabeti düzenleyemeyen başarısız hükümet politikaları yıktı!! Hotiç Paris’e mağaza açamadı, kendi markamız zarar eder diye izin verilmedi çünkü. Ama bizde???”
“İnsanlar kemer sıkmaya öncelikle beğenmiş olsa bile henüz ihtiyacı olmayan yeni bir ayakkabı almayarak başlıyor.”
“Konkordato ilanlarından takip edin...
Kimler kimler mahkemeye gitmiyor ki...
Ayakkabıcılar popüler olduğu için çok konuşuluyor...”
“Yeşil kundura inşaat yapıyor Beylikdüzü’nde. İlk etapta çok zarar etti. Çünkü bu işte acemi olduklarından, eski toprak döküm alanına yaptılar. Orada sürekli kaydı, binlerce kazık çaktılar; bu da maliyeti artırdı.”
“İmalatta kullanılan makinelerin büyük kısmı ithal edilmektedir. Toptancı satışlarında ortalama vade 180 gün civarındadır. Başta Çin olmak üzere ciddi bir uluslararası rekabet vardır.”
Bunların hepsinin doğruluk payı var. Ancak şunu soran olmuyor.
Neden deriyi ve makineleri dışarıdan alıyoruz?
Hayvanımız mı yok?
Evet, yok ettiler. Vazgeçirdiler. Yem ithal. Terör de meraların beline vurdu.
İşleyemiyor muyuz? Makineleri neden biz yapamıyoruz?
Evet, “dışarıdan daha ucuza geliyor, sen üretme, dışarıdan ithal edelim...”
Hatta ayakkabıları hazır ithal edelim.
Çin ucuz satıyor, para kazanmıyor mu?
Kazanmaz olur mu!
Tek cümle yanıt:
Devleti üreticiyi destekliyor.
Hele bizimki de desteklese bak nasıl uçuyoruz!
İşte şuraya yazıyorum, Çin’e ayakkabı satmazsak ne olayım!