Doğaya dönüş, ama nasıl?
Christopher Mccandless üniversiteden mezun olduktan sonra ailesinin ona sunduğu tüm olanakları reddederek cebindeki bütün parasını yakıp uzun ve sıradışı bir yaşama yelken açıyordu. Alaska’da vahşi doğanın derinliklerine doğru tek başına pastoral bir yaşama koşuyordu. İnto the Wild filmini izleyen herkes bu cesur hamleyi hafızasına kazımıştır. Ancak Christopher Mccandless’a ilham kaynağı olacak bu hamleyi Henry David Thoreau ondan 150 yıl önce gerçekleştirmişti.
“Walden Gölü” kitabı Harward mezunu bu sanayici çocuğunun Walden Gölü kenarında tek başına inşa ettiği ufak kabininde geçirdiği iki yılın kelimelere dökülmüş halidir. Üniversiteyi bitirdikten sonra babasının dükkanında bir süre çalışan ama iktidar, itaat, yaşam, özgürlük, kölelik gibi kavramlar üzerinde öğrencilik yıllarından beri sık sık düşünen Thoreau, modernizmin ve kapital dişlinin dönen çarkına karşı durabilmeyi kendine amaç edinir. Gençliğinden beri okuduğu ve etkisinde kaldığı Emerson ile Amerika’nın entelektüel akımlarından biri olan Transendentalizmin temsilcilerinden biri olur. Bu süreçte devletin Meksika savaşı için vatandaşlarından topladığı vergiyi ödemeyi reddeder, çünkü bu savaş ona göre köleliği geliştirmekten başka bir şey değildir ve bu sebeple bir süre hapiste kalır. Kölelik karşıtı fikirlerini çekincesizce savunur. Ona göre modernizm denilen şey kölelerin sırtından elde edilen kârın insanlar tarafından ihtiyaç fazlası olan lükse akıtılmasıdır ve devlet bu haksız ve anlamsız durumu yasalarıyla korumakta ve beslemektedir. Bu sayede köle, lüks, devlet halkalarıyla oluşan bu zincir modern dünyanın etrafını saran ve onu koruyan bir hücre çeperi işlevi görür. Thoreau’ya göre bu zincirin parçalanması gerekmektedir ve bu ancak itaat düzeninden vazgeçmekle olur.
MİNİMALİST YAŞAM
Thoreau sistemle inatlaşan eylemlerini vergi ve kölelik konularından sonra kendi yaşamında somutlayabileceği bir hamlede bulunur. Gençliğinden beri fikirlerini besleyen Emerson bu eylemde de ona Walden Gölü kenarındaki arazisini sunar. Thoreau sadece iki parça kıyafetiyle gittiği bu arazide kendine tek başına ufak bir ev inşa eder. O dönemde Amerika’da ortalama bir ev 80 dolara inşa edilirken Thoreau bunu 30 dolara yapar. Yiyeceklerini kendisi yetiştirir. Doğayla iç içe geçirdiği bu sürede vaktinin büyük çoğunluğunu düşünmeye ayırır. Onun bu minimalist yaşamının anahtar kelimesi “basitleştirmek”tir. Walden Gölü’ndeki evinde geçirdiği zamanları ve yaptığı her şeyi günlüğüne yazar. Mayasız çavdar ekmeğinin yapımından tutun da karyola yapımına kadar bütün deneyimlerini anlatır. Kendisi için bir deney halini alan bu doğal yaşam şekli Thoreau’nun anlatısında bizim için de bir deney halini alır. Ve bize asıl göstermek istediği şeyi en sonunda görürüz: İhtiyacımız olan şeyler kullandıklarımızdan daha az.
Elbette modernizmin doğadan kopardığı ve makine çarkları arasında dolaştırdığı insan ağaçlar arasında dolaşmayı unuttu. Bu nedenle günümüzde daha da derinleşen insanın özündeki ihtiyaç ile maddenin ihtiyacı birbirine girdi. Hatta maddenin ihtiyacı insanın ihtiyacının üstüne çıktı. Bu nedenle kendinden çok, arabası ve telefonu için yaşayan modern insan zaman zaman çölde su görmüş gibi durumun farkına varsa da bunun bir serap olduğuna kendini inandırıp yoluna devam ediyor. Yahut son dönemlerde çok sık duyduğumuz kentten kaçıp bir köye yerleşme ve organik ürün yetiştirme hayalleri havada uçuşuyor.
BİREYCİLİĞİN BİR KANITI
Peki buraya kadar anlamlı bir ütopya ortaya koyan Thoreau’nun eylemi mordernizmin yozlaştırdığı toplumsal yapıyı iyileştirmek için yeterli mi? “Sivil İtaatsizlik” kavramını da doğuran isimlerden biri olan Thoreau’nun “Walden Gölü” eseri Amerika’nın kurucu iktidarının köleci ve sömürücü felsefesine karşı duruşu ile evrensel bir hesaplaşmaya işaret etmesi ve insanın özüne yaptığı vurgu açısından oldukça önemli ancak önerdiği yöntem bireysel bir kaçış yolunu temel alıyor. Bu nedenle de tıkanmaya, bir ütopyadan veya deneyden öte geçememeye mahkum. Çünkü modernizmin toplumu çürütme yöntemlerinden biri onları bireyci kılması. Bu noktada Thoreau eleştirdiği şeyi eleştirdiği şeyle çözmeye çalışıyor diyebiliriz. Bu nedenle de eleştirdiği sistem onun sivil itaatsizlik kavramını neredeyse onun kadar savunuyor, yazdığı “Walden Gölü” eseri Amerika’da klasikleşmiş bir eser oluyor. John Updike eseri “bireyciliğin bir kanıtı” olarak sunuyor.
Thoreau günlüklerini tutarken ve bu deneysel iki yılı yaşarken bu eyleminin dönüştürücü bir tarafı olmasını umut etmişti kuşkusuz ancak ondan 150 yıl sonra yüksek betonlar arasında yürüyen insan “outdoor” endüstrisinin bir tüketicisi konumuna getirildi. Doğadan koparıldıktan sonra doğaya tekrar modernizmin steril kollarında ve onun izin verdiği ölçüde bir tüketici olarak bırakılıyor. Buradan da anlaşılacağı üzere insanın doğaya dönüşünün ve kapital çarkları kırışının yolu, doğanın içinde Robinson Crusoe yaşamı sürmekte ve ya organik besin üretmekte değil, toplumsal mücadeleler yoluyla yeni bir iktidar oluşturmakta ve yaşamı ve bilinci yeni bir bölüşüm düzeniyle besleyip, insana ve doğaya yaklaştırmakta. Çünkü unutulmamalı ki İnto the Wild’ın sonunda Christopher Mccandless’ın bütün serüveni Alaska’da yanlış otu yediği için biter.
Walden Gölü
Henry David Thoreau
Çev: Caner Turan
Say Yayınları
376 s.