Doğu Akdeniz’de haybeye kürek çekmek
Yenilenebilir enerji kaynaklarına daha fazla önem veriyormuş numarası yapsa da petrol ve doğal gazın en gözde müşterisi, emperyalist Batı’dır. Zira, Doğu’da kişi başı petrol harcaması yıllık 2 varilde kalırken; aynı değer, Avrupa’da 13, ABD’de ise 26’dır.
Doğal akışındaki hayatın, Batı’yı petrol ve doğal gaz üreticisi devletlere muhtaç kılması gerekirken; kurgulanan küresel ekonomik sistem, melez savaşlar/çatışmalar ve gerilimler silsilelerinde oluşan küresel kombinasyon, tam tersi bir sonuç doğurmaktadır. Bu döngüsel baskı, sadece enerji kaynakları ile sınırlı kalmayıp tüm nitelikli ham madde ve insan kaynakları için de geçerli durumdadır. Emin olun; Doğu, küresel ekonomik sistemin zincirini kırdığında ve Batı’nın sebep olduğu melez savaş/çatışma/gerilim sarmalından kurtulduğunda, küresel yağma düzeni de çökecektir.
Emperyalizmi besleyen su yolları arasında yer alan Doğu Akdeniz’de 2000’li yılların başından itibaren, -tam da emperyalizmin istediği türden- yeni gerilim alanları ortaya çıkmıştır. Özetlersek, derin Doğu Akdeniz sularının örttüğü deniz tabanında çıkarılmayı bekleyen hidrokarbon kaynakları, artan teknoloji ile birlikte, artık çıkarılabilir duruma gelince, binlerce yıldır kanlı mücadelelere sahne olan bu bölgenin jeopolitik gerilimlerine, bir de enerji temelli ekonomik gerilimler de eklenmiş oldu. Bu gerilimin tam adı da Doğu Akdeniz’in kıta sahanlığı veya münhasır ekonomik bölgelerinden, yani deniz tabanının ve denizin ekonomik işletim hakkından daha fazla pay kapma mücadelesi olmuştur.
Doğu Akdeniz’in ekonomik alanlarını hedefleyen ilk gerilim, 2002’de yaşandı. Hatırlayalım… Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kıbrıs Adası etrafındaki denizlerde hidrokarbon yatakların tespitine yönelik sismik araştırmalar yapması için, 2001 yılında, TGS NOPEC isimli bir Norveç şirketi ile anlaşmıştı.
Bu maksatla, GKRY bayraklı Northern Access isimli bir gemiyi kiralayan TGS NOPEC, 2002’nin mart ayında, Rodos ile Kıbrıs arasındaki deniz sahasında da sismik araştırmalar yapmaya kalkışınca Türk makamları müdahale etmekte tereddüt etmemişti. Araştırma yaptığı sahanın, Türk kıta sahanlığı olduğu ikazını alan Norveç şirketi, özür dileyip sismik araştırmasına son vermişti.
Aynı dönemde, Yunanistan da aynı sahanın Yunan kıta sahanlığı olduğu iddiasıyla GKRY’yi ikaz etmiş ve bu ikazı ile ilgili olarak Avrupa Birliği’ni bilgilendirmişti. Bu hamle, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz sularında ekonomik temelli yayılmacı bir politikaya başvuracağının ilk emaresiydi. Bir yığın Türk-Yunan sorununa ilave bir yenisi daha kapıdan görünmüştü. Takip eden 22 yıllık dönem içinde Yunanistan, özel sipariş ile hazırlattığı ve Yunan adalarına genişçe yetki alanı iddiası taşıyan 2007 Sevilla Haritası’nın peşine düştü.
Doğu Akdeniz’deki “Türk deniz vatanı”na el koyma amacını taşıyan 2007 Sevilla Haritası, Yunanistan’ın 21’inci yüzyıldaki “Megali İdea”sıdır ve Yunanistan’ın temelini attığı bu yeni sorunun, -daha henüz sorun muamelesi yapmasak da- “kan dökmeden çözülemeyeceği” açıktır. Son 50 yıldır Adalar Denizi ve Kıbrıs’ta Yunanistan’ın barışı zora sokacak türlü hamlelerine karşı, Türkiye’nin verdiği karşılık, hep Batı emperyalizminin öğütlerini dinleyerek diplomatik ve istikşafi temas içinde olmak ve sorunun çözümünü ötelemek olmuştur.
Benzer pasif yaklaşım, Libya ile yapılan deniz yetki alanları anlaşması istisnasını hariç tutarsak 22 yıllık Doğu Akdeniz politikalarımızda da hâkimdir. Emperyalist Batı’nın enerjisi yüksek Türkiye’ye önerdiği, diplomatik ve istikşafi görüşmelere devam edilmesi formülü, enerjisi düşük Yunanistan’ın emniyetini sağlamak; Adalar Denizi, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de birikmeye devam eden gerilim alanlarını taze tutmak amaçlıdır.
Kısacası, sorun çözme potansiyeli yüksek olan Türkiye, zaman kaybederken; sorun çıkarma potansiyeli yüksek olan Yunanistan, zaman kazanmakta ve güç toplamaktadır. Emperyalist Batı’nın verdiği akıl ile hareket etmeye devam edersek, Adalar Denizi ve Kıbrıs’ta olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de haybeye kürek çeker dururuz…
Yağmacı Batı emperyalizminin uyduruk güvencelerini kabul ederek yayılmacı Yunanistan ve GKRY ile haybeye diplomatik görüşmeler yapmak yerine; Doğu Akdeniz’deki ekonomik alan paylaşımını, KKTC, Rusya, Mısır, Libya, Suriye, Lübnan ve Filistin başta olmak üzere Batı Asya devletleri ile dolu dolu iş birliği ve güç birliği yaparak çözmeye ne dersiniz? Tekrar tekrar yazıyorum ama, emin olduğum bir şey var:
“Batı’nın peşine düşerek güç kaybetmekten vazgeçtiğimizde ve Doğu’nun gücüne ortak olduğumuzda, bizim Doğu Akdeniz başta olmak üzere tüm Asya denizleri de Batı’nın işgali ve sömürüsünden kurtulur…”