Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye kurulan tuzak
Diplomasi, sadece kısa değil orta ve uzun vadeli değerlendirme yapmayı ve hamle yapmadan önce tarihi gerçekleri göz önünde bulundurmayı gerektiriyor. Aksi halde kazanımlar kısa bir zaman dilimine sıkışırken, kayıpların ise uzun süreli olması muhtemel.
ÇOK KUTUPLU DÜNYANIN İLK YANSIMALARI
Tarih boyunca medeniyetler arasında bir kesişim merkezi olan Doğu Akdeniz’e de zaman ve tarihin gözlüğüyle bakmakta yarar var. Antik Yunan, Roma, Mısır, Bizans, Osmanlı ve daha nice imparatorluk ve devletin kaderi Levant’tan Kuzey Afrika’ya uzanan Doğu Akdeniz’in zengin sahillerinde şekillendi. Devletler, Akdeniz’de elde ettikleri zaferler sayesinde imparatorluk mertebesine yükselirken, yine aynı bölgede yaşadıkları mağlubiyetler sonrasında parçalanıp dağıldılar. Doğu Akdeniz, belki de tarihin hiçbir döneminde bugün olduğu kadar esnek ittifaklar ve diplomatik gelgitlere şahit olmadı. Eski dünyanın çizgisel mevzilenmelerinden, Soğuk Savaş dönemindeki iki kutuplu denkleminden ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı sonrası Amerika merkezli tek kutuplu dünyadan çok uzaktayız. Yeni ve çok kutuplu dünyanın düzensiz, esnek ve çok cepheyi içinde barındıran ilişkiler ağı Doğu Akdeniz’de somutlaşıyor. Eski dünyanın gözlükleriyle anlaşılamayacak bir dönem…
HANGİ İTTİFAKLAR?
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de elde ettiği askeri başarıların siyasi hamlelerle desteklemesi gereken bir sürecin içerisindeyiz. Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle imzalanan antlaşmalar, İtalya’yla yakınlaşma ve son olarak İran’ın Doğu Akdeniz’de destek açıklaması eldeki diplomatik kazanımlar olarak gözüküyor. Libya’nın komşuları olan Çad ve Nijer’e yapılan sağlık yardımlarıyla bu ülkelerle de ilişkiler kuvvetlendiriliyor. Diğer yandan Atlantik İttifakı, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden Türkiye karşıtı faaliyetlerine devam ederken, Türkiye ve Mısır arasındaki çatlakta derinleştirilmeye çalışılıyor. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin, ülkenin Batı sınırına giderek yaptığı açıklamalar ve Sirte konusundaki ısrarı, Libya ve dolayısıyla Doğu Akdeniz’deki durumu bıçak sırtı bir hale getiriverdi. Şimdi dünya, Türkiye’nin cevabını ve atacağı bir sonraki adımı bekliyor. TUZAK Ortada 1980 yılında körüklenen İran-Irak savaşı benzeri bir tuzak olduğu aşikar. Tezimizi açalım: Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni sürümü olan Yüzyılın Anlaşması’yla beraber ABD yönetimi Kudüs merkezli olmak üzere bölgede yeni bir şekillenmeye girişti. Afganistan başta olmak üzere bölgenin pek çok ülkesinden askerlerini çekme yolunda hamleler yapan Trump, Amerika’nın bölgedeki dayatmalarını Amerikan askerleri üzerinden değil de yerel aktörler yoluyla sürdüreceğini üstü kapalı bir biçimde ilan etti. Yeni planda Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail’e de önemli bir rol düşüyor. İki ülke, Arap ülkeleri üzerindeki nüfuzlarını farklı suretlerle kullanarak, Türkiye-İran’ın karşısına Arap ülkeleri ve halklarını çıkartma yönünde bir siyasete soyundular. Bölge ülkelerinde konuştuğum pek çok kişi, medya ve sivil toplum örgütleri üzerinden Arap dünyasına asıl düşmanın İsrail değil Türkiye ve İran olduğu yönünde propaganda yapıldığı bilgisini paylaştı. Bu amaçla özel yayınlar yapılırken, Arap ülkelerinden seçilen aydınlar İsrail’e davet ediliyor ve Körfez ülkelerinde çeşitli formasyonlardan geçiriliyor. Türkiye ve İran’ın bir Arap ülkesi olan Suriye’deki varlığı, İran’ın Yemen başta olmak üzere diğer Arap ülkelerindeki faaliyetleri ve Türkiye’nin Libya siyaseti ve Mısır’la olan anlaşmazlığı ise bu propagandanın temel dayanaklarını oluşturuyor. İki de bir Arap Birliği’nden yapılan Türkiye karşıtı açıklamaları da planın bir parçası olarak okumakta yarar var. Diğer yandan Körfez ülkeleri Mısır üzerindeki ekonomik etkilerini kullanarak, ısrarla Sisi’yi Türkiye’ye karşı iten bir siyaset izliyorlar. Mısırlı kaynaklar, Sisi’nin son açıklamalarının altında Batı sınırlarını koruma kaygısının yanı sıra Körfez’in telkinlerinin olduğu konusunda hemfikirler. Türkiye ve Mısır arasında bir çatışmaya zemin hazırlandığını görüyoruz.
SAVAŞIN KAZANANI
Tarihsel örnekleri ve bugünkü mevzilenmeyi bir arada değerlendirdiğimizde, iki ülke arasındaki olası bir çatışmanın kazananının emperyalizm olacağını söyleyelim. Şöyle ki: 1. Bir çatışma halinde, Libya’daki durum içinden çıkılmaz bir hale gelecek ve Türkiye destekli kuvvetlere karşı sürdürülen yıpratma savaşı derinleşecektir. 2. ABD-İsrail-Körfez planının öngördüğü üzere Mısır üzerinden Türkiye’nin Arap milletleri açısından mutlak düşman haline getirilmesine zemin oluşacaktır. 3. Ankara ve Kahire arasındaki sıcak çatışma, bölgede halihazırda sallantıda olan istikrarı bozacak ve ABD’nin uzun süreden bu yana hedeflediği “yaratıcı anarşi” planı işlerlik kazanacaktır. 4. Mısır’da iktidar değişse dahi iki komşu millet arası ilişkilerin düzelmesi zorlaşacaktır. 5. Karşılıklı olarak ekonomik ve kültürel ilişkiler sonlanacaktır. 6. Afrika ve Ortadoğu’da etkili Mısır lobisinin Türkiye karşıtı faaliyetleri artacak, PKK ve FETÖ terör örgütleri kendilerine hareket edebilecek yeni alanlar bulacaktır. Kısa vadeli kazanımlar için orta ve uzun vadeli çıkarları tehlikeye atmak doğru bir strateji değildir. Öncelikle Mısır tarafının, Türkiye’nin “gizli Müslüman Kardeşler (İhvan) ajandası” nedeniyle değil Mavi Vatan savunması için Libya’da olduğunu anlaması şarttır. Ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletlerle hareket etmenin kimseye bir faydası yoktur. DİYALOG Türkiye’de iktidarın da Sisi yönetimini tanımama ısrarını bir kenara koyup, Mısır devletiyle ilişkiye geçmesi gerekmektedir. Ankara-Kahire arasında diyalog eksikliği ABD, Rusya ve diğer kuvvetlere çatlaklar arasında manevra yapmak imkanı veriyor. Bir an önce ilişkilerin tekrar kurulması, Libya başta olmak üzere bölgedeki tansiyonu düşürecektir. Siyaset geliştirirken unutulmaması gereken bir gerçek var; Şahıslar ve hükümetler geçici, bölgenin kadim milletleri ise bakidir. Tarihin ışıklarının tekrar Doğu Akdeniz’e yansıdığı bugünlerde, küçük hesaplar değil bölgesel dostluk yolunda stratejiler geliştirelim.