31 Ekim 2024 Perşembe
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

DOLMA KALEM

Selçuk Ülger

Selçuk Ülger

Site Yazarı

A+ A-

Taksi sürücülüğüne başlarken kendime söz vermiştim. Arabamda unutulan, kaybedilen eşyaları değerine bakmaksızın iade edecektim sahiplerine. Bu sözüme hep sadık kaldım. En berbat, en kaba müşterilerime bile şişkin cüzdanlarını, son model cep telefonlarını, dizüstü bilgisayarlarını götürüp ellerimle teslim ettim. Fakat, bazı günler, özellikle fuar zamanları inen binen çok oluyordu taksime. Koltukların altına, arasına düşüp gizlenmiş, ancak paydos temizliğinde ortaya çıkan bazı eşyaların sahiplerini bulmak olanaksızdı. Yine de hemen sahiplenmiyordum bulduklarımı; taksi merkezine telefonla bilgi verip “bulunanlar” kaydına geçirtiyor, sahiplerinin aramasını bekliyordum...

Aylardır çantamda sahibini bekleyen zarif bir dolma kalemin de arayanı, soranı çıkmadı. Kadife kılıfından ışıl ışıl gülümseyen bu kalemi, günah benden gitti, deyip kendim mi kullansam, yoksa birine armağan mı etsem, henüz karar verememiştim.

Yine o günlerde, müşterilerimle daha iyi anlaşabilmek için Berlitz dil okuluna yazılmıştım. Kalabalık bir sınıf istememiş, -bir tatil parasını feda edip- iki kişiye bir öğretmen verilen “yoğun kurs”ta karar kılmıştım. Vaktim kısıtlıydı çünkü. Kurs arkadaşım Malezyalı bir bankacıydı. İyi anlaşıyorduk. Beş ay çabucak geçti. Deneyimli öğretmenimiz Bay Rupp, son dersimizi toplantı salonundaki masada kahve ve kek eşliğinde yapacağımızı söyledi. Çiçek dolu vazolarla bezeli masadaki son dersimizi sohbet havasında geçirdik. Bay Rupp, sertifikalarımızı sunarken, Almancanın çok zor bir dil olduğunu, hatasız yazıp konuşmakta bazen kendisinin bile zorlandığını, bu yüzden, hata yaparım kaygısıyla içimize kapanmamamızı, öz güvenli olmamızı önerdi.

Vedalaşma vakti geldi. Kurs arkadaşım hazırlıklıymış; çantasından yaldızlı kâğıtla paketlenmiş armağanını çıkarıp verdi Bay Rupp'a. Bense, sabah kursa gelmeden önce havalimanına bir yolcu götürmüş, dönüşte trafiğe takılmış, kursa yetişme telaşıyla bir armağan almayı unutmuştum. Bay Rupp, kurs arkadaşıma armağan için defalarca teşekkür ederken içim içimi yedi. Köşedeki çiçekçiye mi koşsam, diye düşünürken, birden çantamdaki dolma kalem geldi aklıma. “İşte tam doğru adresi buldu!” dedim içimden. Hiç bozuntuya vermeden, “Kullandıkça beni anımsayın Bay Rupp!” diyerek kadife kılıfıyla uzattım kalemi. Çok mutlu oldu. Derin bir nefes aldım. İyi dileklerle ayrıldık salondan.

Tam taksime binerken, biri telaşla ismimi ünledi ardımdan. Baktım, Bay Rupp! Nefes nefese yaklaştı. Çok şaşkındı. “Teşekkür ederim; ama bunu kabul edemem!” dedi dolma kalemi uzatıp. “Adam haklı; taksinin paspasında bulduğun bir kalemi ne diye kabul etsin!” dedim içimden. Yüzümün ekşidiğini görünce, kalemin tepesindeki yıldızımsı beyaz kabartmayı gösterdi heyecanla. “Bunu asla kabul edemem! Bu Montblanc! Montblanc!..” dedi ısrarla. Montblanc'ı çözemedim. Çaresiz geri aldım kalemi. Bir kez daha tokalaşırken şaşkın şaşkın bakıştık birbirimize.

Kafama takıldı. Bay Rupp'u ardımdan koşturan kerameti neydi acaba bu kalemin? Yenisinden ayırt etmek olanaksızdı oysa. En iyisi ilerdeki kırtasiyeye gidip bilgi almaktı. Yaşlı satıcıyı selamlayıp kalemi önüne koydum. Adamın da ilk sözü, “Ooo, bu Montblanc!” oldu. Sonra kalemi dikkatle incelerken bildiklerini tane tane anlattı.

Bir Alman mühendisin buluşuymuş bu dolma kalemler. Bir asır önce Hamburg'ta üretilmeye başlanmış. Onlarca çeşidi varmış. Adını, Fransa'dan İtalya'ya uzanan Alpler'in zirvesi olan Mont Blanc'tan alıyormuş. Üstündeki altı köşeli Davud'un Yıldızı’nı andıran kabartmanın da yıldızla falan ilgisi yokmuş. Mont Blanc'ın buzullarla kaplı zirvesini ve etrafındaki altı vadiyi simgeliyormuş. Benim kalemin ucunda zirvenin yüksekliği olan “4810” rakamı da yazıyormuş ki, bu sadece usta işi modellerin ucuna işlenirmiş. Kalemin, listedeki fiyatını görünce, Bay Rupp'un kalemi koşturarak iade edişine hak verdim...

Yıllardır sadece özel günlerde birkaç kutlama kartı yazıp kaldırıyorum dolma kalemimi. Kaybolsun, kırılsın istemiyorum. Çünkü anısı var. Bu ilk yazıma uğur getirsin diye çıkardım bugün çekmecemden. Yazı konusu düşünürken de elimdeki dolma kalemin okuduğunuz öyküsü geldi aklıma. Yazayım, dedim.