10 Ocak 2025 Cuma
İstanbul 10°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

DP’yi de halk getirmişti! -(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Kendimi bildim bileli hep yasaklara karşı olmuşumdur. 27 Mayıs sabahı Ulucanlarda’n çıktığımda 24 yaşındaydım. O koskoca ve hiç yıkılmaz sanılan DP iktidarı bakanlarının Harpokulu’na götürülmeleri, hele İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik’in karşılaştığı muamele yüreğimde hala sızı yaratır.

27 Mayıs askeri harekatı- Devrimi- yapılmadan sadece bir ay önce Ankara’da sokaklar ayaktaydı. Kızılay’la Sıhhiye arasındaki kaldırımlarda insanlar kol kola girer, konuşur, konuşurlardı. Umudun kalmadığının ilk işaretini İsmet Paşa’nın Yeşilhisar’da yolunun askeri barikatlar kurularak kesilmesiyle almıştık. İsmet Paşa’nın önünü askeri güç kullanarak kesebilen iktidar vatandaşa neler yapmazdı ki?

Oysa DP’nin 1950’de iktidara gelmesini sağlayan hak ve özgürlüklerinin “Tek parti- Tek şef” yönetiminden farklı olmasını isteyen ve sandık başı yapan o çileli halktı.

1950-1954 arası o sürecin en parlak günleri, ayları, yıllarıydı. Özgür sayılacak bir basın vardı. O kadar ki; zamanın Vatan Gazetesi’nin başyazılarını her gün bir DP kurucusu dolduruyordu. Halkın, çiftçinin işçinin cebi para görmüş, tarlalar traktörlerle dolmuştu. O bolluk yılları sırasında bir de bakıldı ki; Türkiye önce Kore’ye asker göndermiş, arkasından da NATO’ya alınmış.

Önce ekonomi bozuldu, sonra sıcak para ve krediler Türkiye’ye aktı ve iktidar birden değişti. Hapishaneler gazetecilerle doldu. Başbakan’ın basına tahammülü yoktu. 1957’de CHP’nin başındaki İsmet Paşa dağılacak noktaya gelmiş partisini toparlamış ve 178 milletvekiliyle Menderes’in başının derdi olmuştu.

10. yılın sonunda

İktidarlar için 10. yıl pek hayırlı olmuyor. Demokrasi rafa kaldırılıyor, yasaklar devri başlıyor. Elbette gırtlağı aşan borç da iktidarın belini büküyor ve yabancılara el açınca bağımsızlık kısa sürede teslimiyete dönüşüyor. DP iktidarı bu baskılara dayanamadı ve iş şirazesinden çıktı. Yassıada duruşmalarını anımsarım. O duruşmalarda bir ihtilal mahkemesi içlerinde Genelkurmay Başkanı da bulunan o koca DP’yi kısa sürede bitirdi. Üç idam... Gerisi çok az cezayla hapishaneyi boyladılar.

İyi mi oldu? Hayır! Rejim o günlerden bu günlere uzanan büyük yaralar aldı.

Savunmak bize düştü

Aradan 52 yıl geçti. Şimdi o sürecin hesabı sorulmakta. Sorulsun da bari ibret alınarak sorulsun. Tam aksi oluyor. O zaman da emperyalizm vardı ama Türkiye dirayetli devlet adamlarına verilince, o günlerden bu günlere kazasız belasız gelebildik. Peki. Şimdi daha mı özgür daha mı huzurluyuz? Asla! Onlar hiç değilse kendi silahlı kuvvetlerini hakir görmediler. Birgün Altemur Kılıç Başbakan’a gitmiş ve bir duyumunu söylemiş: “Ordu darbe yapacak galiba.”

Menderes gülerek, “-Benim ordum bana karşı çıkar mı, git işine!” demiş. O ordu bir 27 Mayıs günü olmayacağı oldurmuştu. Bunlara tanık olduk. Onların da sonra 12 Eylül’de siyasi hakları elinden alınanların haklarını da savunmak bize düşmüştü. Rahmetli Bayar da, Menderes de, ne ordularına kin beslediler, ne de askerlerin vesayetlerinden yakındılar ve TSK’yı hakir gördüler. Daha önemlisi Cumhuriyete karşı kin beslemediler, Cumhuriyetin zenginliklerini yabancılara peşkeş çekmediler.

Bir devlet nasıl olur da kendi ordusunu harap eder. Bir Başbakan nasıl olur da basını teslim alır ve ille de “beni eleştirmeyeceksiniz? Eleştirenleri gazetenden atacaksın. Yoksa karışmam ha!” diyebilir?

Ne diyelim, bunlar haddini aştılar ve bıçak kemiğe dayandı.

3 gün sonra 29 Ekim’de halk sokaklarda olacak ve yasak edilen bayramını kutlayacak. Batının gözünde itibarını yitirmiş Türkiye’nin bu hale düşürülmesine isyan ediyoruz. Bu isyan dalga, dalga yayılır ve arkasından dış düşmanların ekmeğine yağ sürecek mezhep kavgaları çıkar dostlarımızla savaşın içine düşersek, elbette bunlardan da hesap soracak “Bir Molla Kasım gelecektir.” Ama, iş işten geçtikten sonra.

Tanrı beni bir kez daha başkalarının siyasi haklarını savunmak zorunda bırakmasın...