22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Dudu Kuşu

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

“Dudu Kuşu”, Mesnevi’de Mevlana’nın anlattığı, İslamcı yazarların da sık sık aktarmayı sevdikleri çekici bir meselin kahramanı.
Zamanında bir parfümerici esnafı, hem çok sevdiği için hem de müşterilerle kurduğu “tatlı dilli” ilişkisinden ötürü dükkanında bir Dudu Kuşu beslermiş. Çünkü kuş, dükkana biri girince birden dillenip şakımaya başlar, onların söylediklerini tekrarladıkça herkesin ilgisini çekermiş. Böylece hem dükkanın müşteri potansiyelini arttırıp satışı yükseltir, hem de geceleri dükkana bekçilik yaparmış. Dükkan sahibi her akşam dükkanını kapatıp da evine giderken Dudu Kuşu’nun kafesini açar ve onu özgür bırakırmış.
Bir akşam Dudu Kuşu, yine kafesinden çıkıp -her zaman yapmış olduğu gibi- o yana bu yana özgürce dükkanın raflarını gezinirken içeriye fare avlamak için bir kedinin girdiğini görmüş. Zavallı kuş, kedinin kendisi için geldiğini sanıp korkudan tir tir titremeye başlamış. Fakat sağa sola can havliyle uçuşup ondan kurtulmaya çalışırken rafta duran pahalı bir gülyağı şişesini devirip kırmış. Kedi kendi derdinde avını yakalayıp yedikten sonra dükkandan sessizce çekip gitmiş.
Ertesi sabah dükkan sahibi dükkanını açar ki ne görsün? Kafesinde suçlu suçlu oturan Dudu Kuşu’nun kendi de dükkan da yağ içindedir. Öyle bir sinirlenir ki o sinirle kapının arkasında hazır bulundurduğu bir sopayı kaptığı gibi kuşun kafasına indirir. Neye uğradığına şaşıran Dudu’nun birden gözleri kararır, dili tutulur, başında tüyü kalmayıp “kel” olur.
Birkaç gün sonra sahibinin öfkesi geçer. Fakat ne yaparsa yapsın o çok sevdiği ve bir tür velinimeti olan Dudu Kuşu’nu bir daha eski neşeli haline getirip konuşturamaz. Dahası Dudu giderek yemeden içmeden kesilir; kafesinin kapısı açılsa da dışarı çıkmaz; sahibiyle de gelen müşterilerle de bir daha hiç ilgilenmez bile.
Adamcağız düştüğü duruma çok üzülür: bir kuşuna bakar bir dükkanın giderek azalan müşteri sayısına ve gelenlerin de alışverişteki keyifsizliklerine bakarak yaptıklarından pişman olur. Kendi kendine nedamet getirir: “Ah keşke elim kırılsaydı da o tatlı dillimin başına vurmasaydım” deyip sızlanıp durur. Kuşu yine eski haline gelip de konuşsun diye yoksullara sadakalar dağıtır. Fakat nafile; ne yaparsa yapsın Dudu konuşmak bir yana ağzını bile açmaz.
Bir gün dükkana dünyayı ve insanlığı fazla düşünmekten saçları dökülmüş -bir tür o dönemin düşünce adamı/bilgesi sayılması gereken- kafası kendisi gibi çıplak bir Derviş gelir. Dudu, kendisi gibi onun da bir suç işlediğini düşünüp kendisine yakın bulur ve ona seslenir: “Ey kel adam, sen ne diye kellere karıştın? Yoksa sen de mi gülyağı şişesini kırıp içindekini etrafa saçtın?”
PAPAĞAN
Dudu kuşu denilen kuş, günümüzde ondan bundan duyduklarını tekrarlayan ve bu özelliğiyle kimlik bulup “Dudu dilli” olarak kabul edilen bildiğimiz Papağan’dan başkası değil aslında.
Sayın Doğu Perinçek’in “yapay zekâ” ilgili yazıp söylediklerine, eleştirilerine bakınca ister istemez bu mesele geldi aklıma ve ben de aktarmak istedim sözlere.
Bana kalırsa “yapay zekâ” konusundan da önce, asıl entelektüellerimizin zekâlarının son 30 - 40 kırk yıldır giderek iyice “yapay”laştırılıp yaratıcılıktan ve işlevsellikten uzaklaştırılmasından da söz edilmelidir. Çünkü, Perinçek’in de doğru olarak saptadığı gibi şu sıkışıp kaldığımız entelektüel vizyonsuzluk, geleceksizlik hali de zaten asıl bunun sonucu. Çünkü Türkiye on yıllardır her anlamda bu papağanlaştırılmışların yaygın istilası altında.
1990’lı yıllardan itibaren devşirme küreselleşmeci papağanlar her yeri sarmışlardı. Değişim, dönüşüm, demokrasi, öteki, yersizyurtsuzlaşma cart curt diye diye her sahici kavramın kabuklarını kırıp içini boşaltmışlar, her yere vıcık vıcık yağ saçarak BOP’a angaje olmuşlar ve ona çalışmışlardı.
Şimdi ise onların yerine ise yeni görevlendirilmiş -kimisi onlardan devşirme- kafası kelleşmiş memur papağanlar almış durumda: ele geçirilmiş her televizyonda her medyanın her köşesinde, sanatta, edebiyatta, sosyolojide felsefede vb. hep birlikte tek sesli bir tonda ötüşüp duruyorlar.
Hep söyleye geldiğim gibi -bana kalırsa- artık bir kırılma anından bir dirilme, bir çıkış anına doğru evriliyoruz. Belki yavaş yavaş ama gelecek rüzgârı oraya doğru bir esiyor ve zaten gelen bu uğultular da onun uğultusu kesin.
Bağımsız ve özgür bir cumhuriyetten, birliği ve bütünlüğü yerine gelmiş, gönlü, hayalleri ve ütopyaları olan şevkli ve güvenli bir ulustan, varlıklı ve çağdaş bir vatandan, insani ve toplumsal değerlerden, vizyonlardan, sanattan, kültürden, insandan, insanın insani kalbinden ve yaratıcı özgürleşmiş bir zihin ve fikir göğünden söz ediyorum.
Küreselleşmeci neoliberal iddianın her ulusal değerin “yıkılıp yok olacağı” sözde küresel öngörüsünün tam aksi yönde gelişiyor her şey!