Dünyada altına hücum!
Bilim çevrelerinde de yaygın bir inanışa göre, altın dünya dışı bir metal.
Londra'daki Imperial College'dan yerbilimci Matthias Willbold, "Teoriye göre, Dünya, oluşumunun ardından, altın taşıyan meteorların yağmuruna maruz kaldı. Bu, altının, yer kabuğu ile Dünyanın merkezi arasında kalan katmana ve yer kabuğuna dağılmasına neden oldu" diyor.
Amerikan yerlileri, altının güneş tanrısından geldiğine inanırdı. (Bugün bilim adamları güneşin 10 milyarda 6’sının altın olduğunu belirledi.)
İnkalar altından yapılmış zırhların kendilerini koruyacağına da inanırlardı.
Ama İspanyolların çelik kılıç ve tüfeklerine karşı korumadı yumuşacık altın onları.
Asla paslanmaması, sarı rengi, yumuşaklığı ve toprak yüzeyinde bulunması, altının gerçekten dünya madenlerinden farklı olduğunu gösteriyor.
Altın yenilebilir bir metaldir, hatta vücudumuz doğal olarak 0.2 miligram altın barındırır.
Altın ender bulunan bir metal olarak her zaman değerli oldu.
Çağdaş para sisteminin de temeli.
Altın, önceleri bizzat para olarak kullanılırken, sonraları altın karşılığı kağıt ve metal para sistemi oluştu.
İnsanlık tarihinin en başından beri altın, kavga ve savaş sebebi oldu.
Parlak sarı metal insanların başını döndürdü, altın hırsı pek çok kötülüğün de nedeni oldu.
İskitler Avrupa’ya, İskender Asya’ya altın için gitti.
Moğollar dünyayı ele geçirirken altınları da topladı.
Romalılar Mısır, Anadolu ve Mezopotamya’yı altın için fethe çıktı.
İspanyollar, Edorado altın şehir efsanesinin ardında, Güney Amerika’daki İnka altınlarını çalmak için milyonlarca yerliyi öldürdü.
Avrupalılar, Afrika’yı altın için yağmaladı. (Şu an dünyada kullanımda olan altının neredeyse tamamı Güney Afrika’daki Witwaterstrand madeninden çıkarılmıştır. Eski altınlar hazine kasalarında bekliyor rezerv olarak.)
Amerika’yı istila eden Avrupalılar tüm kıtayı yağmalayıp kızılderili katliamları yaptıktan sonra Alaska’ya altına hücuma çıktılar.
Altın demek zenginlik ölçüsü demek, ekonominin sabit ölçek sayısıdır.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ GİBİ ALTINA HÜCUM
Uzun bir altın girizgahından sonra asıl konuya gelelim.
Bugün dünyadaki dolara dayalı Amerikan finans mimarisi yıkılmakta.
1971’de Nixon/Kissinger’in (ABD açısından dünyayı soymakta dahice bir fikir sayılabilecek şekilde) doları altın karşılığı olmaktan çıkarması ve tahvile endeksli kılmasıyla başlayan neoliberal dönem artık sona geliyor.
Tıpkı 1815’te, denizde İspanyol armadası, karada Napolyon Fransası’nı yendikten sonra altın karşılığı sterlini dünya parası ilan eden İngiltere’nin, finansal elitin açgözlülüğünden kaynaklanan, 1873 ve 1890 krizleriyle birlikte, liderliği Amerika’ya devretmesi gibi, ABD de dolar hegemonyasını yitiriyor.
Ancak, 1914 ve 1939’daki iki Avrupa kaynaklı dünya savaşı ile yitirilen İngiliz/sterlin liderliği gibi, bugün de bu değişim öncesi küresel ekonomik fayların harekete geçtiğini görüyoruz.
Bunun ekonomideki en somut göstergesi, ülkelerin altın rezervlerini konsolide etme ve ABD’den çekme eğilimleri. Yani 1944 model Bretton Woods protokolünün bozulmakta olması.
2008 yapısal krizi ve ardından Çin ve Rusya’nın tek kutuplu dünya düzenine alenen başkaldırısı, doların giderek daha çok sorgulanmaya başlamasına yol açtı.
Soğuk Savaş döneminin aksine, bu kez işbirliği yapan Çin ve Rusya, tarihin en büyük Anti-Emperyalist kamplaşmalarından birini başlattı. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ile tüm “güneyi”, ŞİÖ ile tüm “doğuyu” ABD’nin tekelci tavırlarına karşı örgütledi. AB’nin de ABD’ye tavır aldığı sürecin son aşaması da Çin’in devasa “Yol ve Kuşak” girişimi oldu.
ABD’nin buna yanıtı ise, vekalet savaşları, darbe ve rejim değişikliği kumpasları, dinci (Haçlı İrtica ve Haçlı Hristiyan) terör, nükleer tehdit, ekonomik yaptırımlar ve uluslararası ilişkilerde hukuksuzluğun diğer örnekleriydi.
ABD’nin 2008 yapısal krizi sonrası sürekli artan bütçe açıkları ve toplam borcu, bugün 34 trilyon dolara ulaştı.
Bu karşılıksız dolar ekonomisi, sadece Çin ve Rusya değil tüm dünyayı ürkütüyor.
Almanya 1990’a kadar altın rezervlerinin sadece yüzde ikisini (77 ton) kendi topraklarında tutuyordu.
270 bin külçe altınla ABD'nin ardından dünyada en fazla altın rezervine sahip ülkesi olan Almanya, Soğuk Savaş yıllarında Sovyet tehdidi nedeniyle altın rezervlerinin neredeyse tamamını ülke dışına çıkarmıştı. Almanya 3 bin 384 tonu bulan altın rezervini 2013’ten itibaren döndürmeye başladı.
2020 yılına kadar Amerikan Merkez Bankası (FED) ve Fransız Merkez Bankası (Banque de France) kasalarında tutulan 674 ton altının aşama aşama Almanya'da yerleri gizli tutulan kasalara aktarılması öngörülüyor.
Tüm gelişmiş ve hatta gelişen ülkeler, kendilerini yaklaşan büyük fırtınaya göre konumlandırıyor.
Mesela Rusya, Dünya Altın Konseyi’nin (WGC) raporuna göre, 2018’de en çok altın satın alan ülke oldu. Rusya’nın aldığı altın miktarı 274.3 tona ulaştı.
Rusya Merkez Bankası, ABD Hazinesi tahvillerinin tamamını satarak yıl içinde 274.3 ton altın satın aldı. Rusya'dan sonra en çok altın satın alan ülkeler ise Türkiye, Kazakistan, Hindistan, Irak, Polonya ve Macaristan oldu.
Türkiye demişken, son habere göre ülkemiz de ABD’deki altınlarını geri getirmiş.
Ekonomist Uğur Gürses’in Merkez Bankası (MB) kaynaklarından aktardığına göre, Türkiye yurtdışındaki altın rezervlerini geri getirdi. 2016 yılında MB, ilk adım olarak ABD Merkez Bankası’ndaki 28.7 ton altın rezervini başka merkezlere taşıdı.
Ardından Bank of England’da tutulan 279 ton altın ülkeye getirildi. Diğer adım ABD tahvillerinde atıldı. Kasım 2017’de 61 milyar dolar olan tahvil mevcutları Ocak 2019’da 3.2 milyar dolara çekildi.
Altın operasyonunun Rıza Sarraf davası ile başlaması, Brunson davasıyla birlikte de tahvil azaltılması dikkat çekiyor.
Ancak olay sadece ikili siyasi gelişmelerle ilgili değil, iş daha büyük.
Çin, 2017 sonunda 1 trilyon 849 milyar dolarlık ABD tahviline sahipti. 2018 sonunda bu rakam 1 trilyon 250 milyar dolara inmişti. Çin de sattığı Amerikan tahvilleriyle altın aldı.
Çin ve Rusya daha 2015’te ortak bir “İpekyolu Altın Fonu” oluşturdu.
Ekonomist ve Enerji Analisti William Engdahl, böylelikle Avrasya üzerindeki Kuşak ve Yol ülkelerinin para birimlerinin altın ile destekleneceğini ve Washington'ın dolar savaşlarının dışında kalacak bir ülkeler grubu yaratılacağını söylüyor.
Dünya, ABD doları sonrası döneme hazırlanıyor.
Hatta ABD’nin bizzat kendisi de öyle.
SURİYE’NİN ÇALINAN ALTINLARI
ABD, Avrupa’dan miras tarihi yağma ve soygunculuk geleneğini Suriye’de de sürdürdü.
Suriye’deki South Front ve Kürt kaynaklarına göre, ABD ordusu Deyrizor’daki IŞİD’den ele geçirdiği 50 ton altını önce Aynelarab (Kobani) üssüne, ardından da kendi topraklarına transfer etti. Suriye Devleti’nin haber ajansı SANA da, Haseke’deki IŞİD’in Suriye’den yağmaladığı altınlara el koyan Amerikan askerlerinin bunları sandıklarla hava yoluyla ABD’ye naklettiğini bildirdi.
İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlem Merkezi’ne göre de, ABD ordusu IŞİD üyelerinden belli bölgelere güvenli geçiş için para ve altın olarak rüşvet alıyor düzenli biçimde.
ABD bunu hep yapıyor aslında.
MARKOS’UN ALTINLARI
Mesela Filipinler Diktatörü Ferdinand Markos’un altınlarını da çaldı.
Gerçi Markos da o altınları Filipin halkından çalmıştı ama, ABD altınları hâlâ iade etmedi.
1965’ten devrildiği 1986’ya kadar, kendisi, karısı İmelda ve geniş sülalesince hortumlanan servet, büyük kısmı altın olarak İsviçre bankalarında duruyordu.
90 milyar dolarlık servetin (Filipin halkının parası) 1989’da Markos’un Hawai’de ölümü sonrası ABD’ye transfer edildiği ortaya çıktı.
Karısı İmelda ise daha sonra Filipinler’e döndü, parlamentoya girdi.
Ancak geçen sene, 89 yaşındayken, 200 milyon dolarlık rüşvet parasını İsviçre’ye transfer etmek suçundan 11 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Ferdinand Markos’un 90 milyar dolarlık servetinin önemli bir kısmı külçe altından oluşuyordu.
Bu hazine, 2. Dünya Savaşı’nda Japon Ordusu’nun Asya ülkelerini işgali sırasında çaldığı ve General Tomoyuki Yamaşita tarafından Filipinler’de bir adaya gömülen tonlarca altındı. Markos’un 1975’te bu altınları bulup kişisel servetine kattığı biliniyor.
ŞAH RIZA PEHLEVİ’NİN ALTINLARI
ABD’nin bir diğer vurgunu da devrik İran şahı Rıza Pehlevi’nin serveti oldu. 1979’da İran devrimi olunca Şah, Kaçar ve Safavi hanedanından gelen 7 bin yıllık servetini, kendi kullandığı uçağa yükletip ABD’ye götürdü. ABD hepsini aldı, sadece Şah’ın kendisini kapı dışarı etti. Pehlevi, Kahire’de öldüğünde, ABD’deki servetinin miktarı ve değeri hâlâ bilinmiyordu.
Saddam’ın Irak’ı ve Kaddafi’nin Libya’sının da başına benzer durumlar geldi. ABD Irak ve Libya’yı son kuruşuna kadar yağmaladı. Muhteşem Bağdat Müzesi’ndeki 8 bin yıllık paha biçilmez hazine ve tarihi eserler ortada yok.
Yağmacı Viking ataları, Conan’ın Piktleri, Anglo Sakson korsanlık ruhu, “tek dişi kalmış ABD medeniyetinde” yaşıyor.
BM, Lahey Adalet Divanı, uluslararası hukuk filan mı dediniz, pardon duyamadım?
VENEZUELA’NIN ALTINLARI VE KOLTANI
Çoğu insan, ABD’nin Venezuela’ya hallenmesinin sadece petrol yüzünden olduğunu sanıyor.
Oysa Venezuela sadece petrol ve doğalgaz değil, altın ve koltan bakımından da dünyanın en zengin ülkelerinden biri.
Orinoco havzasındaki petrol yataklarına paralel, Guyana sınırına yakın Cojedes eyaletinde çok zengin altın ve koltan rezervleri var.
Chavez ülkesinin tüm maddi zenginliklerini millileştirmiş ve ABD’nin hedefi olmuştu.
Ve ABD için daha da kötüsü, Maduro hükümeti altın ve petrolün çıkarılması için Çin ve Rusya ile birlikte çalışıyor.
Özellikle Çin’in Venezuela’da büyük yatırımları var. Koltan madeni bugün ileri teknolojide çok önemli bir metal. Altından bile değerli işlevsel olarak.
Çin’in iletişim teknolojisi hamleleri için olduğu kadar ABD’nin savunma sanayisi için de stratejik bir maden. Çin’in liderliği ele geçirdiği tablet ve akıllı telefonlarda lityum pil ile birlikte kullanılan tantalumun ana maddesi bu koltan. Savaş sektöründe de silahların aşırı ısınmasını önleyecek yegane madde.
Afrika’daki Kongo ve Avustralya’daki Bald Hill ile yarışacak zenginlikteki (Amazon hattında Mavi Altın olarak da adlandırılan 100 milyar dolarlık rezerv olduğu sanılıyor) koltan madenlerine el koymayı da hesaplayan faşist Trump rejimi, 200 yıllık işgal doktrinini de sandıktan çıkardı.
Trump’ın yine kendi gibi faşist danışmanı John Bolton, 1823 Monroe Doktrini’nin hâlâ geçerli olduğunu ilan etti.
Bu küflenmiş faşist doktrine göre, tüm Latin Amerika ABD’nin hakimiyetinde oluyor ve dışarıdan kimse buraya giremiyor.
İşte bu yüzden, kraliçeden onaylı korsan Sir Francis Drake geleneğinden gelen Bank of England Venezuela’nın 1.2 milyar sterlinlik altınına el koyabiliyor.
ABD, hasta çocuklar için ilaç fonu olan 5 milyar dolarlık Venezuela parasını dondurabiliyor.
Elekrtik sistemine saldırıp, tüm ülkeyi karanlıkta bırakabiliyor.
Tabii bunda Çin ile iş yapan Venezuela’nın altınlarını Türkiye, Rusya ve bazı Arap ülkelerine göndermesinin de etkisi var.
Venezuela’nın devlet petrol şirketi PDVSA’nın operasyon merkezini Lizbon’dan Moskova’ya taşıdığını da belirtelim.
Faşist Trump, yine tescilli bir faşist olan Brezilya Devlet Başkanı Bolsonaro’yu Beyaz Saray’a çağırıp, Venezuela’yı bitirme planları yapıyor. (Bu arada ikili açıklamada, ortak düşman olarak sosyalizme (Maduro) dikkat çekilirken, Haçlı terörist Tarrant’ın katliamına değinilmedi. Tarrant’ın terör manifestosunda Trump’ı “beyazlar için bir umut ışığı” olarak yazdığını da unutmayalım.)
Dedesi de Alaska’ya altına hücuma katılıp, sonradan genelev işletmenin daha karlı olduğunu keşfeden Trump ve faşist avanesi, Çin’in başını çektiği, gelişen dünyaya karşı faşist bir kuşak oluşturmaya çalışıyor. (Bolsonaro’nun oğlu ile Trump’ın “Goebbels” lakaplı eski danışmanı faşist Steve Bannon’un çok yakın olduklarını da hatırlatalım.)
Bu arada, ABD Hazine Bakanlığı, Venezuela’nın altın madenciliği devlet şirketi Minerven’e karşı yaptırım kararı aldı dün itibariyla.
Citigroup da tıpkı Bank of England gibi, Venezuela hükümetinin sözde yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle 1.35 milyar dolarlık Venezuela altınına el koydu.
Tam bir gözü dönmüş yağmacılık ve korsanlık hali yaşanıyor batı kapitalizminde.
Ancak bu kez Çin de sert durmaya başladı.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in bugün başlayan İtalya ve Fransa ziyaretlerinde önemli mesajlar vermesi bekleniyor.
Dünyada neoliberal elitler faşizme ve yeni bir savaşa yönelirken, Avrasya merkezli gelişen çok kutuplu sistem içinde de dolar yerine altına dayalı yeni ve güvenilir bir değişim aracı arayışı yükseliyor.
YAZARIN NOTU: GDO’lu mısırlardan üretilen Nişasta Bazlı Şeker ile GDO’lu tohumlar için üretilen glifosat içerikli ot öldürücü tarım ilaçlarının başta lösemi olmak üzere kansere yol açtığı dünyada bilinen bir durum. Ülkemizde de her geçen gün lösemili küçük çocuk haberlerini gözlerimiz yaşararak izliyoruz. Glifosatın kanser yaptığını gündeme getirdiğim yazımdan sonra ABD’de bir davada daha Monsanto/Bayer kansere yol açtığı için tazminat ödemeye mahkum edildi. Kaliforniya’dan Edward Hardeman, lösemi olmasına AG Monsanto/Bayer’in Roundup isimli ot öldürücü ilacının neden olduğu iddiasıyla açtığı davayı kazandı. ABD’de Monsanto/Bayer’e yönelik benzer sebeplerle açılmış halihazırda 11 bin dava bulunuyor. Amerikan mahkemelerinin bu mahkumiyet kararlarında Almanya’dan Bayer’in geçen sene 63 milyar dolarla Monsanto’yu satın almasının da (Daha önce Wolkswagen davalarında olduğu gibi) etkisi olduğu düşünülüyor. Ancak glifosatın kansere yol açtığı Dünya Sağlık Örgütü’nce de belirlenmiş bir olgu. ABD’de yapılan iki laboratuvar testinde glifosatın sadece bunu kullanan çiftçilerde değil, mısır ve tahıl gevreği tipi kahvaltılıklarda bile bulunabildiği ortaya çıkmıştı.
KAYNAKLAR:
https://journal-neo.org/2019/03/18/usa-behaving-as-true-looters/
https://www.globalresearch.ca/trumps-34-trillion-deficit-debt-bomb/5671420
http://www.williamengdahl.com/englishNEO13Mar2019.php
https://www.aydinlik.com.tr/yurtdisindaki-altinlar-turkiye-ye-getirildi-ekonomi-mart-2019
https://www.ewg.org/release/ewg-verdict-roundup-trial-latest-blow-bayer-monsanto-s-claims-glyphosate-doesn-t-cause