‘Dünyaya açık devlet’ nedir?-(TAMAMI)
“Açık toplum,” “açık ekonomi,” “dünyaya açık devlet” gibi kavramlar, son yirmi yıldır çok sık kullanılıyor. Bir ülke ile dünya arasındaki ilişkiyi niteleyen bu deyimlerin ortak paydası “açılma”dır. Açılma, yönlü bir kavramdır. “Açılmaya” yüklenen içeriği doğru anlamak, ancak “ülkenin mi dünyaya, yoksa dünyanın mı ülkeye açıldığını“ belirlemekle mümkün olur. Kuşkusuz bu açılma karşılıklı olabileceği gibi, dünya ile ne kast edildiği de önem taşır.
“Açıklığın” birinci el kaynaklardaki yorumu
Bu tür sorulara yanıt ararken, ikinci, üçüncü elden yorumlara takılmak yerine, birinci elden kaynaklara yönelmek her zaman daha iyi sonuç verir. O zaman, bu kavramların üretildiği merkez ABD olduğuna göre, onların “açıklık”tan ne anladığına bakmakta yarar vardır.
ABD’nin en çok önem verdiği şey, dünyanın her tarafının ABD’nin askeri müdahalesine açık tutulmasıdır. Hem NATO’nun Yeni Strateji Kavramı’nda, hem de ABD’nin Yeni Güvenlik Stratejisi’nde, NATO ve ABD’nin, görülecek lüzum üzerine dünyanın istediği yerine müdahale hakkına dokunulamayacağının altı döne döne çizilmektedir. Bu hakka dokunmaya kalkışanların nasıl yanacağı, diplomatik dilin sınırlarını zorlayacak bir biçimde betimlenmeye çalışılmaktadır. Bu hakkın lafta kalmayıp, gerçekten kullanılabilir olması için de, ABD’nin gerekli gördüğü yerlerde askeri üsler oluşturmasının önemi vurgulanmaktadır. Buna göre söz konusu olan, dünyanın gerisinin ABD ve Batı’ya açık tutulmasıdır. O zaman, kendi topraklarında ABD’ye askeri üs sağlayanlar, dünyayı kendi ülkelerine değil, ülkelerini ABD’ye açmaktadırlar. “Dünyaya açık devlet”ten kasıt budur.
“Açık ekonomi” ve “açık toplum”
ABD, dünyanın diğer ülkelerinin kendi mali sermayesinin ve doların dolaşımına açık tutulmasını istemektedir. Son otuz yıldır, Ezilen ya da Gelişen Dünya’nın milli devletlerinin tasfiyesi için bütün gücüyle uğraşması bu nedenledir. Hatta kendi icadı olan “Ilımlı İslam”ın en önemli yönünü, “İslam’ı, Batı’yla bütünleşmenin önüne engel çıkaran bütün unsurlarından arındıracak yeni bir tefsire tabi tutma”nın oluşturması da bu amaçladır. “Açık ekonomi”den kasıt budur.
İnsan hayatını, ne tükettiği ile eş tutan ve bütün değerleri buna göre yeniden düzenlemeyi hedefleyen “açık toplum” da, benimseyenlere “yumuşak ölüm” getiren bu hayat tarzının bütün dünyaya dayatılmasıdır. Bu durumda, kapıların önünde açıldığı “dünya” ABD ve Batı, kapıları onların önüne açması gerekenler de dünyanın gerisidir.
“Butik devlet”
“Türk askerinin Afganistan’da ne işi var” diye soranlara, “İçine kapalı bir butik devlet mi istiyorlar? Türkiye bir butik devlet değildir. Türkiye dünyaya açık bir devlettir ve güçlü bir devlettir. Güçlü bir devlet olmanın gereği de budur. Bunu yapmak durumundayız” diye yanıt veren Tayyip Erdoğan’ın bu sözleri, ABD’nin bu “açıklık” yaklaşımı bağlamında anlamını bulmaktadır.
Buna göre, daha ülkemiz kendi kurtuluş mücadelesini verirken, Afganistan’ın İngiltere’ye karşı bağımsızlık ilanını sevinçle karşılayıp tanıyan ve o koşullarda Afganistan Ordusu’nun askeri eğitimi için destek gönderen Mustafa Kemal’in Ankara Hükümeti, “butik devlet”tir. Çünkü “güçlü” olmayı dünyadaki ana emperyalist akımın dümen suyuna girmede görmeyip, kendi “bağımsızlık karakterine özgü”, zor ama özgün bir yol izlemiştir. Yine daha Kurtuluş Savaşı döneminde, Irak ve Suriye’de emperyalizme direnen Arap güçlerine destek olsun diye, Antep Kahramanı Özdemir Bey’i müfrezesiyle buralara gönderen Mustafa Kemal, yine “butik devlet”in başka bir örneğini vermiştir. Oysa “güç,” Irak’ı işgal edip bir buçuk milyon Müslümanı katleden ABD askerlerinin salimen ülkelerine dönmeleri için duacı olmada ya da ABD planları doğrultusunda Suriye’ye askeri müdahalede aranmalıdır.
Aslında çıkışı kendi devlet ve ülkesini büyük devletlere açmada arayan yaklaşım, özgün ve yeni değildir. Osmanlı Devleti’nin son dönemi, 1908 Devrimi ile 1. Dünya Savaşı’ndaki yenilgi arasında geçen dönem hariç, belki tarihteki “dünyaya en açık devlet”in örneğidir. Buna karşılık, Atatürk Türkiyesi de dünyayı Türkiye’ye açan, ülkemizin hem komşuları, hem de dünyanın diğer devletleriyle en etkin ilişkiler içine girdiği bir dönemi temsil etmektedir.