Düş fotoğrafları -(TAMAMI)
Naif halk sanatının belki de en tipik temsilcileri sokak fotoğrafçılarıydı. İki metrekarelik siyah bir bez parçası üzerindeki resimli-yazılı fonlarıyla paylarına düşen düş dünyalarını yansıtmaya çalışırlardı. Her şeklin, her çizginin kendilerine göre bir anlamı vardı. Yalnızlığı da, hasreti de, sılayı da, sevgiyi de ve bunlar gibi bir çok şeyi de o küçük fon üzerine işaretledikleriyle anlatmanın üstesinden gelmeye, tüm yetenekleriyle müşterilerinin iç dünyasını sözüm ona basit ama somut bir şekilde görüntülemeye çalışırlardı. Fonlar hiç değişmez ama önlerindeki insan suretleri, bilinmeyen bir işaretler dünyasının önünden gelip-geçerlerdi.
Ama giderek “İstanbul” ya da “askerlik” hatırası yazan bu siyah fonlar da yeterli olmamaya başladı. Fonlar imgelerle kuşatılmıştı ama önlerindeki insan suretleri gerçeğin ta kendisiydi. Fotoğrafçının onca gayretine karşın gülümsemeleri ya da bakışları, düşlerini ortaya çıkarmak için pek yeterli olmuyordu. Asrilikten modernliğe uzanan bir değişim-dönüşüm aşamasında karınlık kutularının önünde cebelleşen bu naif sanatkarların da bir şeyler yapması, müşterilerini memnun etmesi gerekiyordu.
Basit makineleriyle düş dünyasının sınırlarını zorlayan, sokak fotoğrafçıları, alaminütçüler, seyyarlar, küçük stüdyo sahipleri, panayır ve bayram yerlerinin sanatkarları her bir yenilikten ve buluştan nasiplerine düşeni almakta da gecikmediler. Alaminütçüler fonlarını bir kat daha renklendirirken, seyyarlar meydanlara otomobilden uçağa, attan trene dek uzanan bir aksesuar zenginliğini eklediler. Amaç; fonlardaki soyut düşleri somuta indirgemek, kimi özlemlere bir anlık da olsa ufak bir ücret karşılığında yanıt vermekti.
Febüs namıyla ünlenen Paul Tarkul’un yanında yetişme Foto Sel, Eminönü Meydanı’nın göbeğine yerleştirdiği küçük bir at ile bunun öncülüğüne girişti. Ama zamanla bu at da küçük çocukların düşlerinin çok ardında kaldı. Bu kez meydanın ortasına bir otomobil koydu. Derken o da yetmedi ve sonunda çocuksu düşlerin isteklerini bir uçakla somutlaştırdı. Foto Sel’in meydana koyduğu bu küçük aksesuarlar aynı zamanda 50’li yıllardan 60’lı yıllara uzanan bir değişim-dönüşüm döneminin de birer küçük simgeleri oldular. Küçük müşterilerinin düşlerini süsleyen istekler, onun alçıdan atı, otomobili, küçük maket uçağı ile karşılık bulup zenginleştiler.
Meydan fotoğrafçılarının küçük çocuklara yönelik bu zenginliği mahalle aralarındaki küçük fotoğrafçıların stüdyolarında da karşılık bulmakta gecikmedi. Onlar stüdyolarına alçıdan maket atları sokmadılar ama Avrupa’da benzeri olan büyük panolara at resimleri yaparak müşterilerinin arkasına hemencecik iliştirdiler. Küçük hanımların ya da beylerin yularından tuttuğu et resimleri de böylece yaşama ve resim çektiren kişilerin düşlerine girmiş oldu.
Asrilikten modernliğe geçiş sırası bu kez de panayır ya da bayram yerlerinin, lunaparkların yarı seyyar fotoğrafçılarına gelmişti. Onlar düşleri bir adım daha öteye götürdüler. Onların buluşları yalnızca düşleri değil, onun da ötesinde kılık kıyafetleriyle kişilikleri de değiştirmeye yönelikti.
Büyüklere yönelik bu çocuksu düşlere davet çıkaran bu devasa fonlar arasında neler yoktu ki? Silahını çeken acımasız kovboylar, güzel bir kadınla rakseden İspanyollar, beli bıçaklı ya da eli tüfekli korkusuz efeler ve daha neler neler...
İstanbul ya da askerlik hatırası yazan basit siyah fonlardan kovboy ya da efelere, oradan da gökyüzünde bulutlar arasında süzülen uçaklara dek uzanan bu fon çeşitliliği görünüşte yalnızca bir espriyi değil, onun da ötesinde her döneme rengini vuran bir özlemi, bir düşü de fotoğrafçı stüdyolarıyla meydanlara sığdıran somut bir örneğiydi.