27 Aralık 2024 Cuma
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Düşünmek istiyorum!

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Evet, Değerli Okurlar; düşünmek istiyorum: Aklı erdiğinden bu yana karamsar olan, ancak umudunu hiç yitirmeyen bir adamın başına ne gelir?

İki eli böğründe kalır, bozguna uğrar, görünen ve görünmeyen engel duvarının önünde yığılıp kalır. Artık yenilmiştir!

Önce organizması bozulur, kokuşup ayrışır. Leş kargalarına, sırtlanlara, börtü böceğe yem olur. Ama karamsar olsa da bütün umudunu yitirse de yenilgiyi kabul etmeyebilir. Önünde dikilen aşılmaz Çin Seddi’ni aşmayı deneyebilir.

Varoluş Felsefesi’nde buna, Saçmalık (absurdite) durumu denir.

Artık gözü karadır. Görünmez olup duvarı delip geçecektir.

***

12 Eylül 2010 günü, Referandum’un hükümet lehine çıkması durumunda, ülkenin başına gelecekleri sezen, tahmin eden ve bilen bir yazar olarak müthiş bir bunalım yaşamaktaydım. Bir vicdan ve zaman muhasebesi yaptım ve hiç de iyimser olmayan bir yazı yazdım ve yayınladım. Şimdi, bu yazıdan bugün de anlamını koruyan iki bölüm okuyacaksınız:

[“Hürriyet gazetesi bana 5 yıl daha katlanırsa 1 Eylül 2016 tarihinde, 80 yaşımda, yazmayı bırakmaya karar verdim, bugün. Sadece gazete yazıcılığını değil, edebiyat yazarlığını da. Bu kararım, bana yaraşan bir karar. Yakınlarım “Yaptın yapacağını gene” diyecekler. Ben böyle bir programcı ve programlı bir adamım işte.

Daha sonra köydeki evimin terasında oturup sevdiğim yazar ve kitapları son kez okuyacağım;

İçki içip pipo tüttüreceğim. Ah bir de cesedim yakılabilseydi, küllerim savrulabilseydi!

***

Yazıda da dile getirdiğim gibi 1 Eylül 2016 günü bütün yazınsal çalışmalarımı, gazete yazılarımı yazmayı durduracağım. On beş yaşımdan bu yana, altmış yıldır yazıyorum. Yaş 75! Beş yıl daha yazmaya çalışacağım, yazabilirsem tabii.

Artan ömrümde dünyaya ve edebiyata bakacağım. İzleyeceğim. Kimbilir belki de çok eğlenceli bir hayat olur. Bilmiyorum. ](Özdemir İnce, Ne Var Ne Yok?, Destek Yayınları, 2014, s.95)

***

1960 yılında, Albert Camus’nün Denemeler (Çevirenler: S. Eyüboğlu - V. Günyal, ÇanYayınları, 1960) adlı bir kitabını okumuştum.

54 yıl önce, 24 yaşımda, kitabı okurken altını çizdiğim yerleri şimdi sizinle paylaşmak istiyorum:

-“İki şey dünyaya hükmeder: Biri kılıç, biri düşünce. Kılıç eninde sonunda düşünceye yenilir.” (s.39)

-“Aşılmaz bir duvar önünde yaşamak köpekçe yaşamaktır. Doğrusunu isterseniz, benim kuşağımdakiler ve bugün atölyelere ve fakültelere girenler köpekçe yaşamış ve yaşamaktadır.” (s.60)

- [Gerçek sanatçılar] yalnızca cellâtların düşmanıdırlar, başka hiç kimsenin değil.”(s.53)

- “İyi denilebilecek hiçbir politik rejim yoktur, belki de. Ama demokrasi bu rejimlerin en az kötü olanıdır. Demokrasi parti kavramından ayrı düşünülmez. Ama parti kavramı, pekâlâ demokrasisiz de olabilir. Bu, bir parti ya da bir avuç adam değişmez gerçeği bulduğuna inanırsa böyle olur.” (s.81)

-“Demokrat dediğimiz nihayet, rakibinin haklı olabileceğini kabul eden adamdır. Onu serbestçe konuşturur ve söyledikleri üzerinde düşünmekten kaçmaz. Partiler ve insanlar, kendilerini, başkalarının ağzını kapatacak kadar haklı gördükleri yerde demokrasi yoktur.” (s.82)

-“Bizce mesele, adaletle özgürlüğü uzlaştırmaktır. Hayatın herkes için özgür ve herkes için âdil olması, hepimizin isteyeceği bir şeydir... Herkes için özgürlük demek, para babası ya da gözü doymaz insanlar için de özgürlük demektir.” (s.85)

(Özdemir İnce: Bir yoksul ile bir para babasının aynı anda aynı ölçüde özgür olması işleri karmaşıklaştırmaktan başka ne işe yarar? Eşitlik, en azından “orantılı eşitlik” olmadan ne özgürlük olur, ne adalet ne de demokrasi!)

***

Şimdi sıra BAŞKALDIRAN İNSAN’da (Albert Camus, Başkadıran İnsan, Çev: Tahsin Yücel, 1995):

-Kimdir başkaldıran insan? Hayır diyen biri. Ama yadsırsa da vazgeçmez; evet diyen insandır da, hem daha ilk deviniminde. Tüm yaşamı boyunca buyruk almış bir köle, birdenbire yeni bir buyruğu kabul edilmez bulur. Bu ‘Hayır’ın içeriği nedir?” (s.19)

“Başkaldıran insan, sözcüğün kökensel anlamıyla yüz geri döner. Efendinin kamçısı altında yürüyordu. İşte karşı koymaktadır.” (s.19)

“Köle, daha önce bir uzlaşma içine yerleşmişken ya Hep ya Hiç’in içine atılır. Bilinç başkaldırıyla doğar... ‘Özgürlüğüm’ diye adlandıracağı bu vazgeçilmez kutsamadan yoksun kalacaksa, ölümden başka bir şey olmayan son düşüşe boyun eğer. Diz çökmüş durumda yaşamaktansa, ayakta ölmeyi yeğ tutar.” (s.20)

***

Denemeler’in sayfaları arasında, bir kâğıt parçasına yazdığım bir not buldum. Bir mektuptan söz ettiğime göre, Ülker’e gönderdiğim bir mektuba aktarmış olmalıyım:

“Geçen mektubumda bir yalnızlıktan söz ettim. Bu insanlardan, çevreden kaçmak değil, kendime, düşünceye dönmek. Düşünmek istiyorum. Her şey onunla başlıyor. İnsanı en çok işleten, çıkmazları düz yol eden o. Düşünmek, düşünerek, düşündürerek yaşamak istiyorum. Bizde düşünce geleneği diye bir şey olmamış!”

***

Evet, değerli okurlar; düşünmek istediğimi Aydınlık gazetesi yönetimine haber verdim. Mayıs ayı boyunca yazı yazmak istemediğimi yazdım.

Bu önerimi kabul ettiler. Kendilerine minnettarım.

Demek ki 2 Haziran 2014 gününe kadar sizlerden de izin istiyorum.

Bu arada sizler kitaplarımı okursunuz: Türkiye güneşi altında 1980’lerden bu yana yazmadığım hiçbir şey kalmadı. “Güncel olay”, “güncel” denen şey, şu çirkef, 50 yıllık geçmişin sefil yansımalarından başka bir şey değil. Bu kafa ve bu gidişle de önümüzdeki 50 yılda da hiçbir şey değişmeyecek. Halife-Diktatör olmayı kafasına koymuş olan R.T. Erdoğan yanlış aynaya baktığını anlayıncaya kadar!...

Türkiye, siyasetçisiyle, gazetecisiyle, akademisyeniyle düşünmekten hoşlanmayan bir ülke. Bunun kanıtı gazeteler ve televizyonlar. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin ne anlama geldiğini hâlâ anlayamadılar. Yargı Meclis (yasama) ve yürütmeyi (hükümeti) denetlediği için, yasama ve yürütmenin yargıyı denetleyebileceğini sanıyorlar. Gerçek demokrasilerde katı bir yargı vesayeti vardır. Yargı, Meclis’in de Hükümet’in de üzerindedir.

Yıllardır yazıp söylediğim bu evrensel doğru ve gerçeği bir Allah’ın kulu çıkıp yazsa ve söylese gözüm açık gitmeyeceğim!

Midemdeki bulantıyı hiçbir ilaç geçirmiyor...

***

2 Haziran’a kadar izin istemiştim.

O gün tekrar buluşacak mıyız?

Bilmiyorum. Sadece düşünmek istiyorum!