Duygu, düşünce ve aşk üzerine
Bu hafta, oldukça karmaşık üç kavram hakkında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Biri yüreğin, diğeri beynin ürünü olmasına rağmen, “duygu ve düşünce,” birbirinden ayrı, iki farklı şey değildir. Onlar iç içedir, birbirlerini besler ve etkiler. Eğer böyle olmasaydı ne Dostoyevski, ne Mozart, ne Van Gogh, ne Einstein olurdu bu dünyada. Onlardan bazıları içlerinden bir çağlayan gibi dökülen duygularıyla düşüncelerini etkileyip sanat eserleri yaratırken, bazıları üstün zekâlarıyla duygularını besleyip, buluşlar yaptılar.
Duygu ve düşünceler şekillendirilemez, onlar kendilerini var eder ve sizi şekillendirirler. Yaşadıkça onları çoğaltıp, çeşitlendirip, zenginleştiremezseniz de kısır kalırlar. Onun için demiş ki Yunus, “beni bende demen, bende değilim, bir ben vardır bende benden içeri.”
AŞKIN GÜCÜ
“Ben değiştim,” diyerek değişmiş olmazsınız, sadece kendinizi kandırırsınız. “Kendimi hiç yaşamamış, hayata yeni başlıyormuş gibi hissediyorum” demek de gerçekçi değildir, bu durumda da siz, siz olmazsınız. Çünkü onlarca yıl, tüm varoluşuyla ve size verdikleriyle, sizi bugünkü siz yapan duygu ve düşüncelerle birlikte yaşadınız. Bunları, tüm geçmişinizi yok saymak, kendinizi aldatmaktır. Bugünkü siz, tüm yaşadıklarınızla sizi şekillendiren geçmişinizin bir eserisiniz. Eğer geçmişin size kazandırdığı duygusal ve düşünsel zenginlik ve güzellikleri geleceğe taşıyamazsanız, mutluluk ve huzurunuz da sürdürülebilir olmaz.
Duygu ve düşünceleri şekillendirebilen tek güç aşktır. Bir gün gelir, sizi tanrının ırmağa bıraktığı bir armağan gibi gören, kırların prensi/prensesi yapan, sizi adeta yüreğinde taşıyan, sizin için romanlar, şiirler yazan, sizi yaşamındaki güzelliklerin en tepesine yerleştiren, tüm gel-gitlerinize hoşgörü gösteren biri tarafından sevilir, sevginin tüm duygusal çeşitliliğini ve size sunduklarını duyumsarsınız. Yaşamaktan keyif alır, sever, tensel birlikteliğinizde doruklara çıkar, çayırlarda çıplak ayak koşmanın ve imbat esintilerinin hazzına kendinizi bırakır, cesaretlenir, neşelenir, mutlu, huzurlu ve dingin olur, coşar, üretir, doğanın sırlarını çözmeye çalışır; ama ayni zamanda sarhoş olur, nefret eder, kızar, ağlar, kırılır, parçalanır, ezilir, korkar, ıssızlaşır, ürkekleşir ve kendinizi ararsınız sonsuz evrende. Ben bunları niye yapıyorum diye düşünür, ama bir türlü yanıtını bulamazsınız. Tüm duygu ve düşüncelerinizi ve yaşamı onunla paylaşır, paylaşırken daha çok sevdiğinizi ve sevildiğinizi hisseder, yüreğiniz ferahlar, ruhunuzu zenginleştiren bir sıcaklık duygusu içinizi kaplar... İşte bu aşktır ve artık iki ayrı beden, iki ayrı düşünce, ama tek duygu ve ruh, yani “siz” olursunuz.
Derim ki; benim gibi bunları sürekli sorgulamak yerine, tüm duygu ve düşünceleriniz arasından inci daneleri gibi olanları ayıklayıp, uğur olarak hep yanınızda, geleceğe taşıyabilirsiniz. Yani Hayyam’ın dediği gibi; “tasınızı şarapla doldurabilirsiniz, o toprakla dolmadan önce.”
Hadi, aşıklara rastgele!