Edirne Kırmızısı’nın muhteşem serüveni
Bir söyleşi sonrası okuldan hocalarla konuşuyoruz. Söz, gelip yeni nesil öğrencilerin otomatik becerileri ve malzeme bilgisine dayanıyor. Bizim zamanımızdaki atölye çalışmaları ile kıyaslamaya başlıyoruz. Bir ara resim bölümünden hocalardan birisi: “Şimdiki öğrenciler kasnağa (tuval bezinin gerildiği ahşap çerçeve) tuval germesini bilmiyor.” diyor. Şaşırıyorum: “Nasıl yani, geremiyorlar mı?” diye tepki veriyorum. Konuşmalar devam ederken Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenciyken atölyedeki uğraşımızdan bahsediyorum. Tüm öğrenciler tuval germeyi bilmekle beraber, kendi yağlı boyalarını kendileri yaparlardı. 80’lerde Karaköy Perşembe pazarında boya yapmak için pigment aldığımız küçük bir dükkân vardı. Sahibi Agop, ne zaman 50-100 gram pigment istesek, kese kağıdı içine bol kepçeyle renk renk pigmentleri doldurur: “Siz öğrencisiniz, bol bol kullanın.” Derdi. Mekânı cennet olsun, daha sonra amansız hastalık yüzünden vefat etti. Agop’tan aldığımız pigmentleri okuldaki atölyemizde keten yağı, bal mumu, terebentinle birleştirir, alttan ısıttığımız mermerin üzerinde topak kalmayacak şekilde saatlerce ıspatulayla ezerdik. İşlemin sonunda elde ettiğimiz boyayı cam kavanozlara doldurur, kâğıda veya tuvale resim yaparken cömertçe kullanırdık. Boya yapımındaki ilk deneyimimde elde ettiğim boyalarla büyükçe bir kâğıt üzerine resim yapmıştım. Resim bittikten sonra kurusun diye oturduğumuz apartmanın teras katına güneşin altına koymuştum. Ancak günler geçmesine rağmen, resim bir türlü kurumadı. Aradan bir yıl geçtikten sonra bile resmin üzerine parmakla dokunduğumda ıslak boya elime geliyordu. Resim sonunda kurudu, ama bana da iyi deneyim olmuştu, formülde balmumunu fazla kaçırmıştım.
UNUTULMUŞ RENKLER
Bir renk bazen bir uygarlığın, bir ülkenin, bazen de bir kentin kültürel hazinesidir. Antik uygarlıklara özgü unutulmuş renkler hala gizemini koruyor ve araştırılıyor; Maya Mavisi, Mısır Mavisi, Miken Moru gibi. Hint İndigosu, ismini üretildiği ülkeden, Hindistan’dan alır.Çin kırmızısı (Vermillion) ismini antik Çin seramiklerindeki kullanımı nedeniyle almıştır. Şair BaiJuyi: “Güneş doğduğunda nehir kenarındaki çiçekler alevden daha kırmızıdır” derken şiirindeki kırmızıyı “Çin Kırmızısı” olarak betimler. Kamboçya’nın güçlü sarı rengi “Gamboye” Kamboçya’da yetişen bir ağaçtan elde edilir.Bazı kaynaklar,Rembrandt’ın“gamboye” rengini Prusya mavisiyle karıştırıp bir çeşit yeşil renk elde ettiğinden bahseder. Kültürümüze ait bir başka renk olan Turkuaz (firuze) Türk Mavisi’dir. Panik atak eğilimli hastaların tedavisinde de kullanılmıştır. Şehirler de renklerle simge kazanmışlardır. Örneğin,bordo renk ismini Bordo şaraplarından alan Fransa’nın Bordeaux şehrindenalmıştır. Rembrandt’ın resimlerinde kullandığı bir kahverengi türü olan Sienna’nın adı, Rönesans döneminde üretildiği Sienna şehrinden gelir. Prusya mavisi her ne kadar Prusya’nın imparatorluk dönemine atfedildiyse de, aslında Berlin’de tesadüfen elde edilmiş ve ilk olarak Berlin mavisi olarak piyasaya sürülmüştür. Yani Edirne Kırmızısı’nın Türk Kırmızısı’na dönüşmesine benzer bir dönüşüm geçirmiştir. Bütün bu renkler ait oldukları kültürlerin bir simgesi ve hazinesidir.
EDİRNE KIRMIZI’SININ AVRUPA SERÜVENİ
Rubia Tinctorum adlı bitkinin köklerinin işlenmesiyle elde edilen Edirne Kırmızısı, yurt dışında daha çok Türk Kırmızısı veya İstanbul Kırmızısı olarak bilinir. Ünlü sinema yönetmeni Ferzan Özpetek‘in son filmlerinden birinin ismine “İstanbul Kırmızısı”nı yakıştırmış.Bununla birlikte, yazar Sabriye Cemboluk kitabına “Edirne Kırmızısı” adını uygun bulmuştur.Bazı kaynaklarda, üretimin Bursa’da başladığından bahsedilmektedir. Bu kırmızıların formülleri tamamen aynı mıydı, bilemiyoruz. Ancak, bu rengin paylaşılamayan kültürel bir hazine olduğu da gerçek. Ben, inisiyatifimi memleketimden yana kullanarak, bu renktenEdirne Kırmızısı olarak bahsedeceğim.
İlk kez 15. Yüzyılda kullanılmaya başlanılan kumaş boyama da Edirne kari işlerin renklendirilmesinde kullanılmış. Avrupa’da boya ve kumaş endüstrisinin gelişimi döneminde ünü o kadar yayılmış ki boya formülünün sırrını elde etmek için casusluk faaliyetleri bile yapılmış. Edirne Kırmızısı’nın Avrupa’daki ilk serüveni, Fransa’da aynı adla kurulan (Rouged’Andrinople) ilk İmalathanesi’nin kurulmasıyla başlamış. Claude Flacha, imalathanesinde çalıştırmak üzere İranlı, Ermeni, İzmirli, İstanbullu ve Edirneli ustaları Lyon’a getirtilmiş. Türk Kırmızısı’nın Edirne Kırmızısı olarak yeniden adlandırılmasında bu Edirneli boya ustalarının payı olduğu görüşühakim. Bu kırmızının üretimiyle ilgili kaynaklarda 17. yüzyıl öncesine dair herhangi bir Gayri-Müslimlin adı geçmiyor. Kaynaklar, boya üretiminin temelini Orta Asya’daki kök boya ile yapılan üretim geleneğine bağlıyor. Edirne Kırmızısı’nın Avrupa’da ilk üretildiği yıllarda,Avrupa boya kimya sektöründe kıyasıya bir mücadele var. 15. ve 17. yüzyılda Rönesans Avrupası’nda kırmızı tarifeleri, mavi renk tarifelerine göre daha egemen durumda. Ancak18.yüzyılın başlarında,tam da Edirne Kırmızısı’nın Avrupa’da üretime başlatıldığı dönemde,kırmızı renk tarifeleri üstünlüğünü kaybetmeye başlıyor. Bu açıdan Edirne Kırmızısı tarifinin Avrupa’da dolaşıma girmesi, mavi üreticilerine karşı giderek güç kaybeden kırmızı üreticileri için taze bir kan olmuş.
DUVARA TOSLAYAN RENK FORMÜLLERİ
Öğrenciyken ressamların kendi boyalarını üretme hikâyeleriyle yetiştiğimizden, renk tarifeleriyle boya üretme konusundaçok hevesliydik. Kullandığımız boyalarımızı ucuza getirmek için, kendi formüllerimizi oluşturmaya çalışırdık. Elde ettiğimiz boyaları okul masraflarımızı karşılamak için aldığımız işlerde de kullandık. Bir keresinde cam altı süsleme siparişi almıştık, ancak cam boyası pahalıydı. Malzemeleri alıp arkadaşın evinde boya deneylerine koyulduk. Piknik tüpün üzerindeki tencerede ısıttığımız malzemeler nedeniyle, ev yoğun duman ve ağır kokular içinde kalmıştı. Deneyler sonucunda tesadüfen ojeyi (tırnak boyası) bile elde ettik, ama cam boyasından pek emin değildik. O sırada aynı semtteki bir elektrikçi dükkânı ön camına dükkânı tanıtan yazı yazmamızı istedi. En son bulduğumuz boyayı denemek için bir fırsat doğmuştu. Kendi icadımız olan boyayı kullanarak fırçayla cama yazı yazdık ve iki gün sonra paramızı almaya gittik.Ancak, cam üzerine yazdığımız yazılar pul pul dökülüyordu. Yine de bir emek harcamıştık, yüzümüzü karartıp paramızın bir kısmını istedik. Dükkân sahibi oldukça kızgındı ve haliyle ödeme yapmadı. Bunun hıncını çıkartmamız lazımdı, bir plan yaptık. Gece karanlık çöküp elektrikçi dükkânını kapattıktan sonra, arkadaşım direksiyonda ben arkada bisikletle yokuş aşağı hızla inecek, elimdeki taşla dükkânın camını kıracak, görünmeden hızla uzaklaşacak veintikamımızı almış olacaktık. Yokuşu inerken taşı cama fırlattım, ama taş camyerine gürültüyle kaldırımdaki varile isabet etti. Bu ilkel ve naif mafyatikeylem, frenleri tutmayan bisikletin hızını alamayıp yokuşun bitimindeki duvara toslamasıyla da son buldu. Gençlik işte, ne boyanın formülünü ne de eylemin planını tutturabilmiştik. Üstelik ilahi adalet de tecelli etmişti!
BENCİL SANATÇININ YASAKLI RENGİ
Bizim amatör simyacı deneylerden kazandığımız hayata dair deneyimlerimiz bir yana, Türk renk kültüründe Turkuaz, Edirne Kırmızısı gibi dünya renk kültürüne mal olmuş ve endüstriyel casusluğa varacak kadar peşinden koşulan bu kültürelmirasımızla ilgili artık daha ayrıntılı araştırmalar yapılıyor. Renk, pigment tarifeleri deyip de geçmemek lazım, 2016 sanat dünyasını sarsan bir haberi iyi hatırlıyorum. Ünlü sanatçı Anish Kapoor, bir İngiliz şirketi tarafından askeri amaçla üretilen dünyanın en siyah pigmentinden yapılan boyanın kullanım hakkının, sadece kendisine ait olması için anlaşma yapmıştı. Bu bencil anlaşma, birçok sanatçı tarafından “sanatçılık ruhuna aykırı” olması nedeniyle öfkeyle karşılandı. Bu sanatçılardan biri olan Stuart Semple, Kapoor’un bu hareketine karşılık kendi özel “en pembe” pigmentini piyasaya sürdü. Bu pigmenti satın almanın tek koşulu ise, “pigmentin Anish Kapoor’un eline geçmesine izin verilmeyeceğini” belirten yasal sözleşmenin kabul edilmesiydi.
Mıchel Pastoureaunun dediği gibi: “ Renkler tek başına asla hareket etmez”. Ancak başka renklerle ve o renklerin simgesel, toplumsal, sanatsal açıdan ülkeler, kentler ve uygarlıklarla bir araya ya da karşı karşıya gelmesiyle işlev kazanır ve “İş görür.”