Efsaneleştirilen sanatçılarımız
Yergi ve övgüyü gereğinden fazla abartmak sanırım yalnızca doğu toplumlarına özgü bir özellik. Doğu toplumlarının sözlü ve yazılı edebiyatında ara katlar yoktur, övülenler göğün yedi kat üstünde, yerilenler ise yerin yedi kat altındadırlar. Yedi kat, hem sevmenin hem de nefret etmenin -belki de öfkenin- Doğu toplumlarına özgü neredeyse ritüel anlamlı bir sayısıdır. Toplum olarak ikinci üçüncü katlarda dolaşma yerine ya ölesiye severiz, ya da aynı oranda nefret ederiz. Kimi zaman aşırı sevgimizin çoğunlukla ölümcül sonuçlara neden olurken, nefretimizin de bir anda sevgiye dönüşebilmesi, bu yedi katlı duygusal tayfın görünümünde biraz garipsenirse de, bunun nedenini de, yine ara katlarda dolaşmayıp en üst katlarda dolaşmamızda aramamız gerekir. Beğeni ile nefret arasındaki bu yedi katlılık, daha alt tabakalarında kendine özgü bir terminolojiyi - ya da jargonu da-beraberinde getirir. Sevdiklerimize yakıştırdığım, prenses, prens, sultan, kral, imparator gibi sözcükler de bu abartının kitle kültüründe somutlaşan karşılıklarıdır. Star demekle yetinmeyip mega starlıkta karar kılınması, ama o da kesmeyince bu kez de “sultan” ya da “imparator”a el atmamız, yine ara katlarda dolaşmayıp daha yükseklere çıkma-çıkartma istek ve de arzumuzdan kaynaklanmaktadır.Elbette ki tüm bu abartılar, popüler kültürün kimi sanatçılara cömertçe armağan ettiği yakıştırmalar, onları ne denli sevdiğimizin rütbeleridir. Sultanlıkla Doğu’ya özgü bir yerellik yansıtırken, krallık ve imparatorlukla evrenselliğe göz kırpılır. Günümüzde, sultanlık, krallık ve de imparatorluk gibi yakıştırmalar artık kimseyi kesmiyor. Bu biraz, bu türden yakıştırmaların enflasyonundan, kimilerince sahiplenmesinden ve de günümüzün kitle kültüründe demode olarak algılanmasından kaynaklanıyor. Onların yerini ise günümüzde bir başka sözcük aldı; o da EFSANE...Son yıllarda efsane sözcüğünü öylesine yoğun ve de gelişigüzel kullanmaya ve de kimilerine yakıştırmaya başladık ki, efsane oyuncu, efsane yönetmen, efsane yazar vs... Sinemamızda yaşayan ve de yaşı kemale eren hemen hemen herkes birdenbire efsane oldu ya da kimilerince efsaneleştirilerek önümüze sürülmeye başlandı. Herhalde yaşarken efsane olmak böyle bir şey...Yıllarca ıskalanan, akla gelmeyen bir oyuncumuza son iki yıl içinde tamı tamına dört ödül birden verilerek kendisinden efsane olarak söz edildi. Yine, yıllarca katıldığı festivalde, hatırı sayılır tek bir ödül bile verilmeyen ( ya da almayan) bir yönetmenimiz, sözü edilen festivalde bir başka görev alınca, bu kez efsaneleştirilerek, efsane yönetmen oluverdi. Bir de efsaneleştirilen kimi oyuncular var ki, onlar ise saymakla bitmez. Bu denli efsanelere sahip olan sinemamızın hali ortada... Bereket versin ki bu denli efsanelere sahibiz, ya olmasalardı? Bir de, biz bunlara efsane dersek Lütfi Akadlara, Metin Erksanlara, Yılmaz Güneylere acaba ne dememiz gerekir?