Eğitim sisteminde bir kanser: Ücretli Öğretmenlik
Eğitim sistemimiz, malum, neresinden tutsanız dökülüyor. Alışkanlıkla “sistem” diyoruz ama ortada hakikaten bir sistem var mı şüpheli. Ne öğrenci memnun ne veli ne öğretmen… Hele hayat pahalılığının kontrolden çıktığı koşullarda eğitim ve onun niteliği giderek düşüyor.
Şüphesiz buraya bir anda gelmedik. Neoliberalizm, ekonomimizi ve kültürümüzü son 40 yılda esir alırken, eğitimin bunun dışında kalması mümkün değildi.
Millî Eğitim sisteminin içine “sözleşmeli” ve daha beteri “ücretli” öğretmenlik gibi esnek istihdam modellerinin sokulması, işte bu 40 yıllık çözülmenin ürünleridir.
GEÇİCİYDİ KALICI OLDU
Nedir ücretli öğretmenlik? Bir mazeret nedeniyle geçici olarak hizmetten çekilen öğretmenin yerine yine geçici olarak dışarıdan bir öğretmenin vekâlet etmesi. Örneğin doğum izni, askerlik izni, uzun süreli hastalık, zorunlu nedenlerden kaynaklanan ücretsiz izin vb. Bir öğretmen bu gibi nedenlerle ara veriyorsa, eğitim-öğretim faaliyetinin aksamaması için yerine geçici bir süre ücretli öğretmen istihdam ediliyor.
Bu vekil öğretmen, girdiği ders saati başına ücret alacak ve sigortası da ona göre yatırılacak. Diğer öğretmenler ya da kamu çalışanları gibi özlük hakları olmayacak.
Aslında buraya kadar normal. Ancak geçici süre bir mazeret dolayısıyla vekâleten yapılan bu iş, zamanla kalıcı ve yerleşik bir istihdam modeline dönüştü. İşveren (devlet, hükümet) daha “hesaplı” olan bu yöntemi oldukça yaygınlaştırdı. Bugün yaklaşık 30 bini eğitim fakültesi mezunu ya da formasyon sahibi olmak üzere 100 bin civarında ücretli öğretmen olduğu tahmin ediliyor. (Tahmin ediliyor çünkü açıklanmış resmi bir veri yok, sendikaların bazı kısıtlı araştırmaları var)
ASGARİ ÜCRETİN ALTINDA
Devlet okullarında (ilkokul, ortaokul, lise) toplam 1 milyon öğretmen olduğunu düşünürsek, ücretli öğretmenlerin toplam istihdamda yüzde 10’a ulaştığı görülüyor. Demek ki bu istihdam biçimi “geçici” ya da “vekâleten” değil kalıcı hâle gelmiş.
Diğer öğretmenlerle aynı süre derse girse de aylık olarak asgari ücretin altında kazanan (5-8 bin) bu emekçilere evlatlarımızı emanet ediyoruz. Üstelik okulların kapalı olduğu dönemlerde bu gelirden de yoksunlar. Hatta diyelim kar yolları kapadı, okullar tatil edildi. O günkü yevmiyelerini de alamıyorlar. Böyle bir gelirle geçinmek, aile kurmak, çocuk yetiştirmek mümkün olmadığı için, büyük çoğunluğu başka işlerde de çalışıyor.
EN AZ BİR MİLYON ÖĞRENCİYİ ETKİLİYOR
Aslında mesele, öğretmenlerin özlük haklarından çok daha büyük. Ücretli öğretmenlik sisteminin açtığı yara, ülkenin geleceğini etkileyecek kadar derin.
100 bin öğretmenin en 300 bin sınıfa derse girdiğini düşünelim. Her sınıfta 35 öğrenci olduğunu varsayalım. Demek ki bir milyon civarında evladımız, herhangi bir iş güvencesi olmayan, geçim sıkıntısıyla bunalmış, geçinemediği için başka bir işlerde çalışmak durumunda olan öğretmenlere emanet! Eğitim-öğretim faaliyetinin kamu adına taşıyıcısının öğretmenler olduğunu düşünürsek ve öğretmenin refahının eğitimin kalitesine doğrudan etki ettiğini hesap edersek vahim bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarız.
ÖZELLEŞTİRMECİ KAFAYI DEĞİŞTİRMELİYİZ
Sorun büyük ve köklü. Her alana babalarının işletmesi gibi bakan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Böyle olduğu için, ücretli öğretmenlik kurumsallaştı. Onlar eğitime, ciddi, disiplinli, süreklilik gerektiren, ülkenin geleceğiyle, kalkınmasıyla, toplumun mutluluğu ve refahı ile ilgili bir konu olarak bakmıyorlar. Yerli ve yabancı tefecilerin faiz taksitlerine yetişen devlet, eğitime yeterli kaynak ayırmıyor. Onu bir muhasebe işlemi olarak görüyor ve her işletmede olduğu gibi “personelden” kısarak mümkün olduğunca “ucuza” çözmeye çalışıyor. Fakat bir de toplumsal maliyet var ki onu hesap etmek pek mümkün değil.
Salt bugün ortaya çıkan sonucu tartışarak bir yere varmak mümkün değil. Peşkeş çekilmeden önce de Türkiye’nin en çok kazanan sanayi kuruluşu olan TÜPRAŞ’ı, Türkiye’nin en zengin ailesine hediye eden sistemin, eğitime de kâr-zarar mantığıyla bakması normaldir. O hâlde, özelleştirmeci, üretim düşmanı, kamuculuğa karşıt olan bu sistemi değiştirmek esas mesele.
ÜCRETLİ ÖĞRETMENLİK NASIL TASFİYE EDİLİR?
Fakat bugün kangrenleşmiş bir mesele var. 100 bin ücretli öğretmen... Bunların 70 bini, eğitim fakültesi mezunu değil ya da formasyon eğitimi almamış. Yani aslında öğretmen değil. Kalan 30 bin öğretmenle ilgili bir çözüm bulunması gerekiyor. Çözüm şu maddelerle mümkün:
1 – Ücretli öğretmenlik sistemi kaldırılmalı ya da en azından asıl işlevine döndürülmeli.
2 – Yapılan çeşitli araştırmalara göre ülkemizde 120 – 150 bin arasında öğretmen açığı var. Öğretmen vasfına sahip 30 bin ücretli öğretmenin sorunu bu açığın giderilmesi sürecinde değerlendirilmeli.
3 – KPSS ile ataması yapılmış diğer öğretmenler yönünden bir adaletsizlik olmaması için, bu 30 bin öğretmen de belli kıstaslarla atanmalı.
4 – Söz gelimi 1000 biyoloji öğretmeni açığı varsa ve bu sayıda atama yapılacaksa, 800’ü normal KPSS sıralaması ile atanmalı. Diğer 200 ücretli öğretmenlere ayrılmalı. (Oranları MEB belirlemeli, bizimki sadece örnek)
5 – Ücretli öğretmenlerin atanmasında da kendi içlerinde hizmet süresi ve KPSS puanına göre bir sıralama olmalı. (2018’de bu şekilde 5 bin ücretli öğretmen kadroya geçirildi)
6 – Böylece öğretmen açığı kapatılır ve koşulları sağlayan (süre+KPSS puanı) ücretli öğretmenler kadroya geçirilmiş olur. Böylece bu garabet, geri gelmemek üzere, barış içerisinde tarihe gömülür.
NEDEN ÜCRETLİ ÖĞRETMEN OLDULAR?
Asgari ücretin altında, emeklilik ihtimali olmadan ve ücretsiz nöbet gibi angaryaları da kabul ederek neden bu işi yapıyorlar? Akla bu soru gelebilir. Çünkü onlar öğretmen. Bunun için eğitim aldılar. Onlar da diğerleri gibi KPSS’ye girdiler ancak branşlarında yeterince atama olmadığı için buna mecbur kaldılar. Bir branşa 60 puan ile atama olurken bir diğer branşa 80 puan ile olamamaktadır. Yukarıda 150 bin öğretmen açığı olduğunu söylemiştik. Devlet ve hükümetler eğer yeterli sayıda öğretmen alımı yapsaydı, bu öğretmenlerimiz belki de bu vahşi sömürüye katlanmak zorunda kalmayacaktı.
Ücretli öğretmenlerin hak mücadelesini yürüten öğretmen arkadaşlarımız, Bakanlık yetkililerinin kendilerini öğretmen olarak görmediklerini, kendi memurları olarak görmediklerini açık açık söylediklerini ifade ediyorlar. Çok vahim. Öğretmenleri öğretmen olarak görmeyenler, onları ucuz iş gücü olarak derse sokmakta bir sakınca görmüyorlar ama…
ÖĞRETMEN ODASINI BÖLMEYELİM
Kamuda, belediyelerde, KİT ve BİT’lerde işçi ve memurları düzenleyen o kadar çok istihdam türü var ki. Aynı yerde aynı işi yapanlar arasında gelir ve özlük bakımından o kadar büyük farklar var ki… Bir öğretmenler odasında aynı işi yapan kadrolu, sözleşmeli ve ücretli diye en az üç farklı öğretmen türü var. Sistem, bunlardan birisi haklarında düzeltme isteyince, bir diğerini ona karşı kışkırtıyor. Burada yapılması gereken, öğretmenlerimizin aynı eğitimden geçtiklerini, aynı sistemin sorunlarıyla karşı karşıya olduklarını ve kaderlerinin ortak olduğunu anlamalarıdır. Bu bilinçle ve ortak mücadele azmiyle, üstesinden gelinmeyecek zorluk yoktur.