Eğlenmek yolu ile hafıza kaybı
Yılbaşı gecesi TRT’ye takıldım. Uyanık davranıp yılbaşı programını bedavaya getirmişler. “Yılbaşı programı dediğin ünlü kişilerin birbirlerini ağırlayarak şarkı türkü söylediği bir temaşa değil mi? Geçmişte elli tane yaptık bunlardan, kırpıp kırpıp koyarız” demişler.
Doğrusu fena da olmamış, öbür kanallarda yeni yetmelerin acemice gerdan kırmalarını izleyeceğimize eski Türkiye’nin “disiplinli sanatçılarının” arzı endam edişine bakıp, “ah neydi o güzel günler” dedik!
Hele 1983 yılbaşına ait bir görüntü geldi ki ekrana, ah ki ne ah! Zamanın tüm önemli şarkıcıları TRT’nin eğlencesinde buluşmuşlar. Kalabalık, büyükçe bir holde biraz sıkış tepiş vaziyette de olsa topluca bir şarkı söylüyor. En önde ortada Zeki Müren ve Ajda Pekkan göze çarpıyor. Onların yanında Füsun Erbulak, Halit Kıvanç, Altan Erbulak gibi isimleri seçebiliyorum. Diğerlerini hatırlamaya benim bile hafızam yetmiyor.
Şarkının bir yerinde Ajda Pekkan ile Zeki Müren ayrılıp dans etmeye başlıyorlar. Dans dediğime bakmayın müziğe göre salınıyorlar. Rahmetli Zeki Müren’in -ihtimal aşırı kabarık saçları sebebi ile- kafası sonradan gövdesine iliştirilmiş de bağımsız bir şekilde oynuyormuş gibi tuhaf bir hali var. Ekranın sol yanına düşen hanımlar arasındaki ön sıraya geçme kavgasını saymazsanız herkes neşeli, herkes eğleniyor. Üstelik TRT bu görüntüleri “renkli” çekmiş ve yayınlamış.
1983 NASIL BİR YILDI?
Faşist darbenin üzerinden sadece üç yıl geçmişti. İki ay önce bir seçim yapılmış olsa da iktidar hala cuntacı beş generalin elindeydi. Sadece o yıl, 8’i siyasi 24 mahkum idam edilerek öldürülmüştü. Faşist paşaların “bir sağdan bir soldan” formülü ile üç yılda idam edilen siyasilerin sayısı da 24’ü bulmuştu.
Tıka basa siyasi mahkumlarla dolu olan hapishaneler sistematik işkence merkezleri haline gelmişti. Poliste ve jandarmada işkence ile öldürenlerin, kaybedilenlerin sayısı tam olarak bilinmiyordu. Türkiye’nin her köşesinde amansız bir insan avı sürüyordu.
E ama, halk yine de eğlenmek istiyordu! Belki de tüm bunları unutmak istiyordu. Sonuçta bu programları yapanlar da aynı şeyi istemiyor muydu: Her gün yaşananlar unutulsun, hiç olmamış gibi davranılsın.
Alt kattaki cinayetin sesi duyulmasın diye müziğin sesini açmak gibi bir şey bu. Gücünüz önlemeye veya kaçmaya yetmediğinde, “şahit olma travmasına” karşı koymak için iyi bir yöntem olabilir. Peki ya hafızaya etkisine ne diyeceğiz?
Şimdi o yılları hatırlarken de acıları değil hiçbir şey yokmuş gibi yılbaşı eğlencesinde dans eden insanları ve belki de onlara eşlik edişimizi hatırlıyoruz. Demek ki sadece bu kısmı hatırlamak bizi daha az yaralıyor, suçlu hissetmemizi engelliyor. Bilinçli bir unutmanın kırk yıl sonra gayriihtiyari bir hafıza kaybına dönüşmesi ne garip!
Eskinin “yılbaşında dansöz çıkacak” reklamının bugün alıcı bulması imkansız. Artık her yerden dansöz ve daha fazlası fışkırıyor. Misal, İzmir Belediyesi yılbaşı konserinde soyunması ile ünlü bir kadını, Gülşen Çolakoğlu’nu sahneye çıkarmış. O zamanların meşhur dansözleri bu kadının yanında mazbut ev hanımı kalır.
Ama demokratik bir ülkedeyiz, kimin neresini göstereceği konusunda bize söz söylemek düşmez. İtirazımız belediyelerin bu işlere yatırdığı paralara. İddiaya göre Tunç Soyer, bu çıplak gösterici için belediye bütçesinden 5 milyon lira vermiş. İzmir’in hala düzenli su alamayan, kanalizasyon sorunu yaşayan semtleri varken, dansöze bu kadar para veriyorsa, bir bildiği vardır herhalde.
Bir de biliyorsunuz bu Gülşen sadece soyunması ile değil, İmam Hatiplilere “sapık” diyerek küfür etmesi ile de ünlü. Tunç Soyer’i bu özelliklerinden hangisi cezbetti acaba?
Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde böylesi faşizan bir lafı eden kişinin sahne hayatı son bulurdu. Ama bizde koşarak gelip ona destek olan koca koca holdingler, devasa siyasi partiler, belediyeler var. Umarım bundan kırk yıl sonra da muhalefetin gerçek halini değil bu caz cümbüşü hatırlıyor olmayız.