23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ekim

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

Ekim İbranice tişri, yaprakların rüzgârla sürüklenip hışırdarken çıkardığı ses. Teşrin, tişri ile akraba. Anlatacak şeyi olmadan roman yazıp adına anlatı diyenler için güzel kitap adı: Teşrin! 1944 yılına dek teşrinievvel demişiz, kasım da teşrinisani. 1945’te, bu ay buğday ekim’i yapıldığından dilcinin biri ekim’i “uydurmuş”, dil biraz da uydurma çünkü; gelgelelim çoğunluğun anlamı üzerinde mutabık olduğu bir uydurma... Demek eskiden buğdayımızı kendimiz ekermişiz, şimdi çok acayip geliştiğimizden iki yüz elli bin ton ithal ediyoruz... İngiliz, october diyor ekime. Çünkü eski Roma takviminde on değil, sekizinci ay. Octo Latince sekiz demek ey okur. Sekiz kollu olduğundan o çılgın arkadaşa da ahtapot deniyor, ahta octo...
Çocuk gönüllü yabancı ekim. Rutubetli, melek resimli sinemaların zamanıdır, avm’lerde yok tabii öyle salon. Ayın sonuna doğru atkıları çıkar; sabahları mont gerek, hırka kesmez. Ekim, bizim badem içi terazilerin ayı. Attilâ İlhan, yazdıklarında kaybolup görünen Ömer Haybo için terazi burcunun huysuz çocuğu diyordu. Lisedeydim ve korkunç bir terazi olduğumdan (on sekiz ekim) beni tarif ediyor sanırdım. Sahi, on üç yıl önce ekimde öldü Kaptan. İşyerindeydim, annem aradı, öldü senin şapkalı adam dedi, kapattı. Kalakaldım. Yok, yanlış duymuştu, Attilâ İlhan ölür müydü! Nice denizler görmüş Kaptan’a ölüm ne yapardı! Numarasını silmedim telefonumdan, bilmem niye. Cenazesine gitmedim, sevdiklerimin tabutunu görmeyince ölmemiş gibi oluyorlar. Cami çıkışı şairler Taksim’e dağılmış; ben de işten kaçıp Beyoğlu’na çıktım. Ustamız küçük İskender’e rastladım. Gel çorba içelim, sonra Kaptan’ı anmaya gideriz, dedi. Çok üzgündü, kırgındı. Lokantada, “ağlayacaktım ama tuttum kendimi”, demişti. Ekimdi işte hepsi. Alıngan ekim; yaprağın tunç rengi...
Ekimdir, halen çıkıp bir şeyler içilir ama öyle gece boyu uzanıp kitap okurum dersen zor; balkonun zamanı geçmiştir, sabaha donarsın. Kanlıca’da Yahya Kemal’in ihtiyarları, bir kahvede toplanıp tavla oynamak üzeredir.
Unutma ey! Dünyayı Sarsan On Gün’dür ekim. Eisenstein’ın 1928 tarihli filmi, bu kitaptan uyarlanmıştır. Düzenli el yazısı ve dünyayı çalkalayan elleriyle Lenin’dir ekim, işçi kızların boynundaki kızıl mendil. Angelopoulos’un güzelim filmi Ulis’in Bakışı’nda büyük devrimcinin heykeli bir gemiyle bizim acılı Balkanlardan göçüp gider. Heykel suda seyrederken kıyıda nasıl diz çöküp haç çıkarır köylüler! Hem Angelopoulos’un her filmi morluğu, inceliği, sahiciliğiyle ekim değil midir biraz?
Ekim, bahçede yapılan törenlerde az buçuk üşüyünce ürperen çocuklar. Bu ay okunması gereken kitaplar listesi var mı acaba? Onu da ben yapayım değil mi: Füruzan’ın Sevda Dolu Bir Yaz’ı, Emily Brontë’nin Uğultulu Tepeler’i. Sonra herkes Huzur’a bayılır, ben Tanpınar’dan Mahur Beste’yi severim, bu yüzden ekimde Dede Efendi dinlerim, bir de Moustaki. Bir de Gülten Akın’ın “bende bir Gülten kaldı, hangi bağa diksem yabancı” diye biten şiirini okursam şarap olur yalnızlık...
Evdeydik, ışıkları açmamıştık ve ekimdi. Gençtik. Akşamın erken ama koyu mavisiyle dolmuştu odanın içi. Pencere kenarında demirler... Girişin alt katındaki o eski ev. Hiç konuşmadan birkaç saat durduğumuz o akşamdan bende bir fotoğraf duruyor. Güzel yüzün karanlığa karışıp kaybolacak sanki. Yanımdasın.
Ey okur, adını vereyim de Tarık Dursun K.’nın ekime en benzeyen hikâyesini bulup oku: “Sahi Perihan Var mıydı?” Perihan bilinmez de o çocuk gönüllü yabancı aramızda şimdi; hoş geldin bay ekim, bayan ekim, ekim hanım, mösyö ekim, madam ekim: Hoş geldin...

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları