28 Aralık 2024 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ekim Devrimine nereden bakmalıyız?

Emrah Maraşo

Emrah Maraşo

Eski Yazar

A+ A-
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte II. Enternasyonal’i oluşturan işçi partileri kendi emperyalist yönetimlerinin yanında yer almışlardı. O günde dek dünya ölçeğindeki bir hesaplaşma olasılığına karşı barışı savunacaklarını söyleyen sosyalist partiler, savaşın başlamasıyla birlikte bu konumlarını çöpe atarak taraf değiştirmişlerdi. Lenin, savaş çıktığında bu partilerin kendi hükümetlerini desteklediğine ilk önce inanmamış ve büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. Savaş o kadar köklü dönüşümlere yol açmıştı ki ünlü Rus anarşisti Kropotkin devrim ateşinin Rusya’yı sardığı koşullarda Bolşeviklere karşı çıkarak ülkenin diktayla yönetilmeye ihtiyacı olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişti.
LENİN KİTABİ DEĞİLDİ
Avrupa “sosyalistlerinin” bu tutumlarının nedenini oluşturan etken, “kapitalizmin en yüksek aşaması” olan emperyalizmdi. Serbest rekabet gözden düşüyor ve tekeller onun yerini alıyor, sanayi sermayesi ve üretim kenarlara itiliyor ve mali sermaye ihracı yoluyla ezilen milletleri sömürmek esas hâle geliyordu. Dünya bir avuç ezen devlet tarafından paylaşılıyordu. Böyle bir tabloda devrimi doğuracak olan olgu Avrupa’dan Asya’ya doğru kayıyor ve devrimin öznesi değişiyordu. Ezilen milletler milli demokratik devrim ve sosyalizm davasının sahipleriydi. Avrupa’daki sınıf çelişmeleri emperyalist sömürünün yükselmesiyle birlikte yumuşuyor ve Asya milletlerinin sömürüsü Avrupa proleterlerini de zenginleştiriyordu. Lenin bu durumu işçi aristokrasisiyle bir tutsa da bir süre sonra gelişmenin yalnızca Avrupa işçi sınıfının kaymak tabakasıyla sınırlı olmadığı, gelişmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıflarının bir bütün olarak emperyalist burjuva milletin parçaları haline geldiği görüldü. Lenin kitabî ya da ekonomist değildi, devrimciydi ve gerçeği yakaladı.
MARX ve ENGELS PEYGAMBER DEĞİLDİ
Yeni durumun işaretlerini Marx ve Engels de görmüştü. Marx 1870 yılında İngiliz hâkim sınıflarına vurulacak belirleyici darbenin İngiltere’den değil İrlanda’dan gelebileceğini ve bunun da ancak İrlanda’nın kurtuluşuyla mümkün olduğunu yazdı. Engels 1882’de ülkelerinin kurtuluşunu önemsemeyen Polonyalı sosyalistleri eleştirerek “bağımsızlık, herhangi bir ortak uluslararası eylemin temelidir” dedi. Çevrenin merkeze karşı öne çıkması ve milli kurtuluşun mücadelenin temeli olmasının ipuçları görülüyordu. Marx ve Engels peygamber değil devrimciydi ve teorilerini pratikten çıkardı. Kendileri o pratiğin ortasındaydı.
MARXİST MUHAFAZARLIKLA MÜCADELE
Lenin ise yukarıda kısaca özetlediğimiz yeni durumu teorileştirirken Marksist muhafazakârlığın hem revizyonist-sağcı(Kautsky) hem de sekter-solcu(Luxemburg-Buharin) kanatlarına karşı mücadele etti. Bu iki eğilimin birleştiği nokta şuydu: Buna göre emperyalizmle birlikte sermaye, devlet merkezileşiyor ve bunun sonucunda emperyalizmin merkezlerinde sosyalizmin koşulları oluşuyordu. Sağcı kanat sosyalizme kendiliğinden, evrimci bir geçişi savunurken solcu kanat sosyalizmin gelişmiş kapitalist ülkelerdeki mücadele sonucu geleceğini söylüyordu. Yeni çağın ve tarihsel materyalizmin karşıtlıklar, çelişkiler üzerine kurulu olan yönteminin reddine dayanan bu eğilimlerin temelinde pratik devrimci bir konumda yer almamak yatıyordu. Meselenin bam teli de burası.
DEVRİM YAPMAK İÇİN MÜCADELE
Lenin emperyalizm üzerine çalışmış olan ve kitabını dikkatle okuduğu Hilferding’i “dünyanın bölünmüşlüğünü ve emperyalizmle oportünizm arasındaki ilişkiyi görmezden gelmek”le eleştiriyordu. Devrimci pratik olmayınca devrimci teori de oluşturulamıyordu! Lenin’in farkı ise devrim yapmak için mücadele etmesi ve bu nedenle emperyalizm çağından bir devrim teorisi çıkarmasıydı.
BİLİMSEL SOSYALİZM SINANIYOR
Onun solcu muhalifleriyse emperyalizm döneminde ulusal kurtuluşun hayalci, ütopik ve gerici olduğunu, uluslar sınıflara bölündüğü için ulusal kurtuluş diye bir olgunun olamayacağını ispatlamaya kalkıyorlardı(Buharin-Luxemburg çizgisi). Bu tartışmanın özü aslında Avrupa-merkezci devrim stratejisiyle Asya merkezli devrim stratejisi arasındaydı. Lenin’in Şubat Devriminin ardından sürgünden Rusya’ya dönüşüyle birlikte ortaya attığı tezler, yani Rusya’yı işçi sınıfı önderliğinde demokratik devrimi tamamlamaya ve kesintisiz olarak sosyalizme geçmeye götüren tezleri alayla ve gülümsemeyle karşılanıyordu. Çünkü burjuvazi demokratik devrimi yapacak ve bundan sonra sıra işçi sınıfına gelecekti! Bu noktada da bilimsel sosyalizm gerçekle sınanıyordu ve karşısında muhafazakâr, kitabi ve akademik Marksizm vardı.
MÜCADELEDEN KOPUK AYDI N KOROSU
Bunları neden yazdık? Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılındayız. Devrimin anlamını, karakterini, önemini, derslerini arkada bıraktığımız pratiğin tecrübelerine dayanarak ortaya koyuyoruz. Tüm bunları Bilim ve Ütopya’nın Kasım özel sayısında ve Teori dergisinde okuyacaksınız. Bizim dikkatimizi çeken nokta ise devrimin yüzüncü yılında bilimsel sosyalistler dışında sol olduğunu iddia eden örgütlenmelerin Ekim Devrimi’ni mücadeleden kopuk akademisyenler ve aydınlar korosuyla anmalarıdır. Kuşkusuz kişinin akademisyen olması devrimci olamayacağı anlamına gelmiyor. Hatta akademik çalışmalar, belli bir disiplin ve bilimsel yöntemle yapıldığı için son derece yararlı ve aydınlatıcıdır. Kastımız bu değil. Söylemek istediğimiz emperyalizme karşı örgütlü mücadele dışında Ekim Devrimi olgusunun esas olarak bir betimleme ve tahlil nesnesi olarak ele alınmasıdır. Devrimci olduğunu iddia edenler sadece bu nedenle bile Ekim Devriminden kopmuştur. Çünkü o devrim en başta devrimci bir partinin önderliğinde yapılmıştı, lafazanların değil!
EKİM DEVRİMİ'Nİ MEVZİDE OLAN ANLAR
Böylece Ekim Devrimi tarihsel bir betimlemenin, mücadelenin kenarındaki meselelerin ilişkilendirildiği bir olayın malzemesi haline getirilmektedir. Devrime darbe diyen de çıkmaktadır, devrimi Stalin düşmanlığı vesilesi haline getiren de… “Marx’a dönüş” gibi gerici ve idealist, “Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte Marx haklı çıktı, devrim geri ülkelerde olmaz” gibi teslimiyetçi ve düzeniçi fikirlerin söylenmesi de bu akımın, bizim akademik Marksizm diye nitelendirdiğimiz akımın sonuçlarıdır. Sol olduğunu iddia edenlerin önemli bir bölümü de bağımsızlık ve devrim davasından koptuğu ve PKK’cılık yaptığı için kendilerini bu akıma teslim etmişlerdir ve onunla iç içe geçmişlerdir. Çünkü devrimci pratiğin olmadığı yerde teorik birikim ve katkı da olmaz.
Ekim Devrimi’ni ancak ve ancak devrim mevzisinde olanlar, ona devrimci saflardan bakanlar anlayabilir ve dersler çıkarabilir, bıraktığı mirası geliştirebilir. O mevzii ise çağımızda vatandır.