Ekümeniklik iddiasının siyasal gücü
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo giderayak Türkiye’ye uğrayıp Fener Rum Patrikhanesi’ni “ekümenik” olarak gördüğünü ilan eden ifadeleri, 2000’lerin başından bu yana ABD ve Avrupa’nın Türkiye karşıtı konumunun son dışavurumu oldu. On yıllar sonra “Ermeni soykırımını” hatırlayan Batılı güçler, eşzamanlı olarak Fener Patrikhanesi’nin de “ekümenik” olduğunu keşfettiler.
Fener Rum Patrikhanesi’nin evrensellik iddiasının tarihsel kaynaklarını hatırladığımızda, bu işin başarı şansı olup olmadığını daha iyi tayin edebiliyoruz. Patrikhane ve Ekümeniklik adlı eserinde (1) Niyazi Berkes, Osmanlı Devleti kurulduğunda Anadolu ve Balkanlar’ın Bizans yönetimi altında yaşayan Hıristiyan nüfusunun Bizans Kilisesi’ne büyük tepki içinde olduğunu belirtiyor. Bu yıllarda Kilise, ömrünün son demlerini yaşayan yozlaşmış Bizans’ın ekonomik soygunculuğunu meşrulaştıran soygun ortağı durumundaydı. Bu nedenle halk arasında Bizans’ın temsil ettiği resmi Hıristiyanlığa karşı çıkan heretik inançlar yayılmıştı. Kilise’nin İstanbul ahalisi dışında halk üzerinde etkisi çok düşük düzeydeydi. İstanbul’un fethi, Türkleri Katolik Avrupa ile karşı karşıya getirince, Fatih Sultan Mehmet, Ortodoks Kilisesi’ne “ekümenik” statüsü verdi. İstanbul Kilisesi, Anadolu, Balkanlar, Kafkasya ve Arap coğrafyasındaki bütün Ortodoks Kiliselerinin üzerine çıkarıldı. Böylece Katolik Vatikan’ın Hıristiyanların ruhani önderliği iddiasının karşısına İstanbul merkezli Ortodoks önderlik iddiası dikilmiş oluyordu.
Osmanlı yönetim sistemi “millet”lerden oluşuyordu. Bugün kullandığımız anlamda siyasi bir birlik olarak millet değil, dini cemaatler, mezhepler anlamında. Osmanlı Devleti, idareleri altındaki Ortodoksların hepsini “Rum” başlığı altında millet olarak tanımladılar. Yerel Ortodoks cemaatlerinin piskoposlarına ise milletbaşı (etnark) ünvanı verdiler. Bu yerel teokratik önderlikler, zaten pek hazzetmedikleri İstanbul Ortodoks Kilisesi’ne karşı kendi halklarının özerkliğini kıskançlıkla savundular. Öyle ki, 19. Yüzyılda milliyetçiliğin etkisiyle Balkan halklarının modern birer millet olarak örgütlenme süreçlerinde, din adamları milliyetçilik bayrağını tutanların başında geldiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’ı kaybetmesinde yerel kiliseler üzerindeki Rum hâkimiyetinin olumsuz etkisi oldu. İlk çözülmeler de Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar gibi Slav halkları arasında başladı.
Özetle, arkasında güçlü bir imparatorluk varken bile ekümeniklik iddiası son derece tartışmalı kalmış bir kilisenin bugünün koşullarında böyle bir iddiadan nemalanmaya çalışması akıl dışıdır. Fener Patrikhanesi’nin ekümeniklik statüsü, Osmanlı İmparatorluğu’nun stratejik konumlanışı ile ilgiliydi. Yani aslında ruhani olarak karşılığı yoktu, ekümeniklik iddiasındaki bir kiliseyi elinin altında tutmak Osmanlı devletinin işine geliyordu. Siyasi bir zorlamaydı. O günün koşullarında geçerli olabilmesi, tümüyle arkasındaki devletin başat güç olabilmesiyle ilgiliydi. Osmanlı bu yeteneğini kaybettikçe, yapay ekümeniklik iddiası önce Rusya tarafından paylaşılmaya, sonra tümüyle geçersizleşmeye başlamıştı.
Bugünün siyasi dengelerinde Fener Rum Patrikhanesi’ni ekümenik diye dayatacak bir güç yok. Bunun olabilmesi demek, egemen Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağrında devlet içinde devlet kurmak demek. Ne Türkiye bunu kabul edecek kadar egemenlik kaybına uğramış durumda, ne ABD ve Avrupa’nın bunu dayatabilecek güçleri var, ne de dünya siyasi dengeleri Batılı güçlere böyle bir imkân sağlıyor. Bu koşullarda Fener Patrikliği’nin ekümeniklik iddiasına hangi ulus inanacaktır? Balkan milletlerinin de, Rusya’nın da Türkiye merkezli bir ekümenik kilise beklentisi ve ihtiyacı yoktur. Öyleyse Fener Patrikhanesi’ne ABD’nin uzattığı ekümeniklik oltasına takılması hangi rasyonalite ile ilişkilendirilebilir?
Fener Patrikhanesi’nin şunu iyi tahlil etmesi gerekiyor: “Giderayak” nitelemesi sadece ABD Dışişleri Bakanı’nın durumunu değil, bizatihi ABD’nin dünya hegemonyası iddiasını da anlatıyor. Bugünün ABD’si, ölmüş bir kiliseden ekümenik liderlik yaratan 15. yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu değil. 1990’ların başındaki dünya jandarmalığı iddiasının bile çok uzağında. Ne dünya aynı dünya ne koşullar aynı koşullar. Ülkemizin hiçbir kurumunun ABD’nin boyundan büyük işlere dair vaatlerine kanmaması, ekümeniklik meselesinin tarihsel ve folklorik olmaktan öte bir değerinin olmayacağını kabul etmesi gerekir.
(1) Niyazi Berkes, Patrikhane ve Ekümeniklik, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2002