Elektronikten çok ideolojik aygıt olan televizyonda dizilerin önemi -1
Biliyorum kimse televizyon seyretmiyor! Ama bugün biraz TV dizilerinden bahsedeceğim. Kime sorsanız: ‘ben hiç TV seyretmem’ yanıtını alıyorsunuz çünkü trend bu. Daha doğrusu kültürlü olmanın gerekliliği artık hafif burun kıvırarak ‘Televizyon mu hıhh!’ demekten geçiyor. Lakin Telekomünikasyon Uydu ve Elektronik Sanayicileri İş İnsanları Derneği TUYAD’ın verilerine göre 750 Milyar dolarlık pazar payında Türkiye ilk 10’da. İç piyasada da durum aynı. Ekonomide güvenilir kaynaklar bunu işaret ediyor: ‘Dünya televizyon pazarı mart 2022’den bu yana daralırken Türkiye, yüksek enflasyon ve gelir seviyesindeki ciddi erimeye rağmen televizyon alımında gaza bastı. İlk altı ayda özellikle premium televizyon satışlarında Türkiye rekoru kırıldı. ’Olduğumuzdan farklı görünmek adına maskeleri atıp şu sahte repliklerden bir kurtulsak hayat ne kolay olacak. Gören de mübarek halkım TV seyredeceği saatte J.J.Rousseau okuyor zannedecek ama genel durum hiç de öyle değil!
İtiraf edeyim ki, haber programlardan belirli dizilere kadar yetişebildiğim kadarıyla takip etmeye çalışıyorum. Çünkü hem televizyoncu hem de eğitimini veren hocası olduğum için, o dünyanın sosyal yapı üzerindeki ciddi etkilerini önemsiyorum. Bu arada merak eden olursa tam da bir belgesel tutkunuyum.
Televizyon önemlidir çünkü birey, okumak yerine izlemeyi tercih eder, zahmetsizdir, konforludur ve daha az zaman alır, hızlıdır. İdeolojik, siyasal iktidarlar ve bağlı oldukları sistemler de bunun farkındadır. Onun için ilk zamanda sinema, sonrasında televizyon ve şimdilerde ise sosyal medya etkili ideolojik aygıtlardır. Her ne kadar sosyal medyanın televizyonun önüne geçtiği iddia edilse de bu iddiaya katılmam mümkün değildir. Her gün güven kaybeden kara delik haline gelen sosyal medya asla televizyonu tahtından indiremeyecektir diye düşünüyorum. Sosyal Medya anlıktır, genellikle okumaya dayalı ve etkisi kısa sürelidir. Sinema ise; patlamış mısır, 5 yıldızlı koltuk, avuç içi kadar salon ve kulağı sağır eden ses sistemleri ile tam bir çıkmazdadır. Güç kaybeden Hollywood, prodüksiyon şirketleri ile televizyon dünyasına onun için giriş yaptı. Kitle üzerinde kurulmak istenen düşünce ve uzun süreli dönüştürme hareketinin yegâne enstrümanı bu yüzyılda da televizyondur. George Soros’un kurduğu Açık Toplum Vakıfları’nın dünyada TV yayıncılığını önemsemesinin sebebi de budur. Televizyon derken, web ortamında kurulan TV’ler, dijital hatlar ve süreklilik arz eden tüm yayın modülleri dahildir.
Televizyonun asıl gücü iddiasında sürekli olmasıdır. Doğrudan değil dolaylı ve bilinçten ziyade bilinçaltına ağır ağır ve zamana yayılarak çalışır. İğne oyası gibi ince işçilik ve kalite gerektirir. Bunun en sağlam yolu ise TV dizileridir. Hiç düşündünüz mü? Bir TV dizisi neden 200-300 bölüm sürer.
Şimdi bir hayli gerilere doğru gidelim…
‘‘GÂVUR YAPIYO ABİ!’’
TV dizileri ile TRT’nin tek kanallı siyah beyaz dönemlerinde tanıştık. Televizyon bizim eve 1972’de girdi. Fazla yapıt yoktu. Hatırladığım kadarıyla ‘‘Kaçak’’ diye bir dizi hayatı kilitliyordu. Haksız yere ceza alan Dr. Richard Kimble her bölümde kaçar ama bir türlü yakalanamazdı. Fantastik dizi Uzay Yolu ise tam anlamıyla fenomendi. Türkçenin terk edilmediği yıllardı ki uzay gemisinin adı ‘Atılgan’dı. NASA’nın nelere muktedir olduğu ve olacağını gözlerimiz fal taşı gibi açık izlerdik. Ertesi gün de durumu birbirimize tek cümleyle özetlerdik; ‘‘Gâvur yapıyo abi!’’
Aynı yıllarda Amerikan yaşam tarzını pompalayan bir sürü dizi genç beyinlerimize aktı gitti. Bunlardan en bilineni ve uzun soluklu olanı da Küçük Ev dizisiydi. Sevimli Ingalslar doğa ortamında mutlu mesut yaşayan inançlı bir aileydi. Oldukça tutucu bir Hristiyan mezhebi olan amişlerin yaşam tarzını her haliyle hissederdik. Teknolojiyi büyük ölçüde reddetmeleriyle bilinen amişlerin doğal yaşamı içimizi ısıtırdı adeta.
Hristiyan geleneklerine bağlı bir ailenin yaşam tarzı, Batı Amerika düzlüklerinin çiçek kokularıyla evlerimize girer, sobalarımızın üzerindeki limon kabuğu kokuları ile buluşurdu sanki. Fazla dünyevi buldukları için elektriği bile kullanmak istemeyen amişler çok da yobaz, gerici falan gelmezdi bize. Ne bileyim Hristiyan’ın tutucusu bile sevimli gelirdi bize (!) Diyeceksiniz ki nereden bilelim o zamanlarda biz amişleri? Yok yok öyle değil, bu dizi ve amişler üzerinden Hristiyanlık propagandası yapıldığını yazan bir sürü köşe yazarı vardı ama bir çoğu mahallenin hışmına uğrayıp gericilik ve yobazlıkla suçlanmıştı. Ben de çok kızmıştım, çünkü Mary İngals benim çocukluk aşkımdı. Televizyon yayıncılığı öylesine etkilidir ki; gerici olanı tarif ederken sen yobazlıkla, Hristiyan düşmanlığı ile suçlanırsın.
‘ADAMLARDA ÖZELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ VAR ABİ!’
Yıllar içinde avukat Petrocelli ile adaletin, Komiser Kolombo ile de suçluların peşine düştük. Hatta bir aralar ‘günah çıkartan’ gözü yaşlı ABD dizileri yaşamımıza girdi. Bunların içinde en bilineni tabii ki Kökler’di. Yerinden yurdundan edilen siyahilerin yaşadığı trajedi ve insanlık ayıbını izlerdik siyah beyaz camın ardından. Dizi o kadar kanlıydı ki, siyah beyaz ekran kan kırmızı olurdu (!) Dudaklarımızı ısırarak, yumruklarımızı sıkarak izlerdik. Kunta Kinte’nin eski patronlarının torunlarının, salya sümük günah çıkartması bile bize medeniyet ölçüsü gibi gelirdi. Akif’in tek dişli canavarı gitmiş yerine pırıl pırıl dişleri ile gülümseyen medeniyet gelmişti. Ertesi günkü medya yorumları ‘Adamlarda özeleştiri kültürü var abi!’ çığlıklarına ve alkışlarına dönüşürdü. Fakat yıllar sonra gördük ki, Los Angeles’a ‘’Soykırım Anıtı’’ diken ABD’nin polis teşkilatı, günümüzde bile Kunta Kinte’nin torunlarına gözünü dahi kırpmadan ateş ederek ya da otobanda gırtlağına çökerek boğabiliyor.
Nasıl medeniyet, nasıl özeleştiri ama?
Devam edeceğiz.