Elli Sekizinci Tablet, Mana
Gözleriyle gül sunan gelinin oğlu sen misin?
Benim, evet, nice bir yüksek çayırda yürüyenim.
Elleriyle yüzünüze bakar, yüreği yaprak gibi açılan,
Kirpikleriyle gülen küçük kızın oğlu sen misin?
Benim, evet, gözyaşını bana sor hele, iyi bilirim.
Sen misin o, cam sürahide su gibi, masada sabırlı?
Sizi yanıltmışlar, denizden uslanmış bir dalga,
Şöyle diyeceklerdi: Bir fırtınada kendi istedi bunu.
Anlam içinde anlama bakmak yetmez, anla,
Bırakılmış bir elma ile sedef bir çakı arasında duranı.
Nedir, senin arzun mudur yoksa öyle sabırlı?
Baş aşağı yürürken çayırda ıslanırdı çıplak ayaklarım,
Yenidir böyle oluyor, anlamıyorum ne, nedir?
Elbet elma dayanır zamana, ama çakı ağzından çürür.
Türlü maniler söyleyen o ince duygulu kız,
Çayır çimen demeden, kilimin içinde dans eder yürür.
İyi bakan göz kendini aynada sonsuzca görür,
Yeniden doğar, demek istedim, çünkü elma doğmuş.
Kendine doğru gelen ve kendinden çekip giden,
Bunun gibi bir şey, ama yerimizden kıpırdar mıyız?
Evet, ayakaltında bizi bağlar kilimin düğümleri.
Sen misin o, bir türlü tamamlanmayan, eksilmeyen?
Bana bunları sorma, baktığım yana bak yeter.
Gözleriyle gül veren o kızın gönlü kederdedir,
Keten gömlekler dikerdi oğluna, Tanrıya, komşusuna.
Kirpikleriyle gülen o kadının ruhu ipektendi,
Geceleri çalışırdı, makine gibi işlerdi derin mana.
Sen sordun ben söyledim: Sarhoşum, kalbimi kırma!