Elveda Murat Belge
Kaptan sıfır aydın demiş, Ece Ayhan turist rehberi; Can Yücel’in şiiri malum. Bense hakkınızda düşündüğümü yüzünüze söylemedim, ardınızdan diyecek değilim. Hem artık İngiliz düşünsün; yok Kemalist, yok statüko! Kurtuluyoruz şükür!
Birikimci müritlerinizin yazdığı gibi “aklınızın zekâtını” da ödeyemeyiz tamam. Gerçi ben zekât işlerini bırakalı çok oldu, anlamam. Bir şey anlanacaksa siz anlarsınız zaten; sonuçta yıllarca Tanıl Beyin cam kırıklı Türkçesini okudunuz, ne çile! Akademide de allame-i cihan sizsiniz... Marks, Lenin, Stalin. Mao ile Guevara. Sonra anti-Kemalist Radikal, sonunda süypır liberal Taraf. Siz varken biz kimiz!
Ne güzeldir çevirileriniz. Faulkner - Ağustos Işığı, Joyce - Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi... Tarihten Güncelliğe, gençken elimde paralandı. Fakat Varolmanın Taşınılmaz Hafifliği’ni, Fatih Beyin Dayanılmaz Hafifliği diye çevirmesine nasıl izin verdiniz!
Gidiyorsunuz. Ne hoş! Türkiye’den iyisine layıksınız. Laik demedim, rahat olun! Layık! Türkan Saylan gitti. Ali Tatar da. Hem bunların sizle ne ilgisi olabilir! İlhan Selçuk bile yok artık. Can Dündar yok. Hayko gitti yahu, yok artık! Ama bir gerçek var: Bize ait olan iyi hiçbir şeyi sevmediniz. Ateşten Gömlek’te, işgal İstanbul’unda komitacı bir Ermeni’nin yaptıklarını anlatan Halide Edip’e, Ermeni’yi “kötü” aktardığı için Türkçesi bozuk dediniz. Halikarnas Balıkçısı ırkçı, Melih Cevdet Kemalist’e yakın, Mavi Anadolu akımı milliyetçi; Kemal Tahir “Devlet Ana’yı yazdığında milliyetçi denemese de milli takıntıları olan ama başka kitapları okunursa beklenmeyecek oranda milliyetçi”; Kurtuluş Savaşı anlatıları “gayrimüslim nüfusun ötekileştirilmesini içeren milliyetçi, arkamızdan hançerleyenler anlatısı...” Milli kelimesiyle bunca saplantı; zorlu bir süreç olmalı. Kanserli bir ince hassasiyet.
Nâzım’ın “Bu insanların evidir” dediği yerden tiksindiniz. Tragedyalar adlı nefis şiirinde Ermenileri konuşturduğu için, Edip Cansever Ermenilere trajediyi yakıştırmıştı (!) 68 kuşağı zaten milliyetçiydi, çokkültürlü, çokdilli dünya vatandaşı bile olamadılar. Az kalsın AB’ye giriyorduk, sevinecektiniz; baktınız herifler sokakta yere tükürüyor; sinirlendiniz! Neyse ki Londra’ya Kemalizm uğramadığı için oralarda herkes Lord Byron’du... Ne yapalım beyefendi! Siz iyi doğmuştunuz ve bizde pis tinerci çocuklar, sanayi sitelerinde çürüyen delikanlılar, yürüyen merdivenden korkup hatim indiren cahiller vardı. “Bursa’da havlucu Recep” falan, hatırlayınız, nasıl da milliyetçiydi.
Ağlayan Çocuk portresi sonra. 4 Ocak 1980, Demokrat’ta yazmıştınız. Müthiş yapı-söküm. Oysa yazınızdan bir yıl önce aynı gözü yaşlı boktan portre, Mr. Gülen’in iyi kafa yapan Sızıntı dergisinin ilk sayısında kapaktaydı. Yolunuz otuz yıl sonra bu sümüklülerle Abant’ta kesişti. Masada kâğıt mendil vardı neyse ki... Ali Nesin ne diyor: “Eleştirilemezdiniz.” Hiç dil bilmeyen Ece Ayhan bile size göre İngilizce biliyordu. “Sıkıntı yok”tu... Vesayete bunca karşı durup vesayete dönüştünüz. Belki de sadece çevreniz ya da çevrenizin çevresi veya çevrenizin çevresinin çevresi kötüydü. Zekât mekat diye konuşan personel; gülyağı kokulu ağlak arkadaşlar vs; sizin kıratınızda bir anglofon için zor olmalıydı. Ritz’te dinner umarken Sultanahmet’te iftara beklendiniz...
Sonuç: Gidiyorsunuz. Burası emin ellerde. Arada aklınıza gelirsek Turgut Uyar’ın dizelerine bakın: “Çılgın ve hüzünlü.. Kar dindi / gerçekten dindi / ellerine bakabilirsin artık.” Kar dindi Murat Bey! Ellerinize bakın. Bakalım ne göreceksiniz!
Not: İkinci cemre. İki gün sonra. Suya!