22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Emek her türlü zenginliğin kaynağıdır!

Bayram Yurtçiçek

Bayram Yurtçiçek

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye’de belki de en yaygın deyim şudur: Emek en yüce değerdir. Gerçekten her türlü zenginliğin ve sermayenin kaynağı, son tahlilde emektir. Emekçinin ürettiği değerin bir kısmına el konularak, yollar, köprüler, limanlar, hanlar, hamamlar ve en görkemli saraylar yapılır. Eğitim, sağlık, güvenlik, adalet ve bilumum hizmetler, emeğin ödenmeyen, ya da el konulan kısmından başka bir şey değildir. İşçi sınıfı ve diğer üretici sınıflar, toplumsal zenginliğin yaratıcısı ve üreticisidirler. Demek ki emek yüce bir değer olmanın yanı sıra, aynı zamanda çok kıymetli bir metadır. Emeği sermaye haline getirmenin ise tek yolu var. Emekçilerin üretim yapacağı koşulların yaratılmasıdır. Emek, üretim sürecinde bir değer yaratır. Üretim yapmayan emekçi, bal yapamayan arı gibidir.

Bir ülkenin zenginliği ve refahı bir anlamda üretim süreçlerine soktuğu emek miktarı ile orantılıdır. Bir ülkenin üretim yapabilecek nüfusunun dörtte biri üretim dışına itilmişse, yani işsiz ise, bu şu anlama gelmektedir. Zenginliğinin ve refahının dörtte birinden vaz geçmiş demektir. Hatta bunu biraz daha arttırabiliriz. Çünkü sonuç itibariyle çalışmayan işsiz kitlelerin de yaşamını idame ettirecek kaynak, çalışanların ürettiği emek üzerinden sağlanacağından refah düzeyinin biraz daha düşeceğini düşünebiliriz. Demek ki toplumsal refah ve zenginlik ülkedeki işgücünü üretim sürecine sokmakla mümkündür. Toplumun ortalama refah düzeyini yükseltmek, borçlarımızı ödeyebilmek ve gelecek kuşaklara huzur içinde yaşayabilecekleri bir ülke bırakabilmek için üretmek gerekir.

Mutluluk, ahlak ve diğer toplumsal suçlar ile istihdam ve üretim arasında büyük bir ilişki vardır. Hırsızlık, rüşvet, fuhuş ve diğer bütün ahlaksızlıkların kaynağı işsizlik ve yoksulluktur. İnsanların düzenli bir işinin olması ve sosyal güvencelere sahip olması toplumsal huzurun ve mutluluğunun da temelidir.

Emek en yüce değerdir ama o yüce değeri kullanmıyoruz. Bu şuna benziyor. Yeraltında çok zengin madenlere sahipsiniz. Ama bunları kullanmak için yeterli bir çaba göstermiyorsunuz? Çıkarılamayan ve ekonomiye kazandırılamayan madenlerin nasıl refah ve zenginliğimize bir katkısı yoksa üretime sokulamayan işsiz kitlelerin emeğinin de bir kıymeti kalmıyor.

Şöyle düşünelim; şu anda 18 milyon işçi ve yine yüzbinlerce çiftçimizin ürettiği ile yaşamımızı sürdürüyoruz. Yetmediği yerde de yabancı ülkelere borçlanarak eksiğimizi kapatıyoruz. Buna bir sekiz milyon işsizi de üretime sokarak bunların yarattığı değeri de kattığımız zaman daha da zengin olacağımız açık değil mi? Buna Tarım ve hayvancılığı destekleyerek önemli bir köylü kitlesini de üretmeye teşvik ettiğimiz zaman bunun daha da artacağını görebiliriz. Biliyorsunuz meşhur domino teorisi var. İşçinin ve köylünün üretmesi kendileriyle sınırlı değildir. İç piyasanın da canlanmasına neden olur. Sanayici, tüccar ve esnafımız da bu üretilen zenginlik üzerinden daha fazla iş yapar ve kendini büyütür. Hizmet sektörümüz daha da büyür.

İSTİHDAM VE ÜRETİM MERKEZLİ BİR EKONOMİ

Yakın döneme kadar, istihdam ve üretimi esas alan bir ekonomik politika uygulanmadı. Üretimden doğan açıklarımız emperyalist ülkelerden alınan borçlarla kapattık. Ve bu borçlar üzerinden hem sömürüldük hem de siyaseten bağımlı hale geldik. Üretim gücümüz küçüldükçe sıcak paraya ihtiyacımız arttı.

İstihdamın artırılması, herkesin bir işe sahip olması ekonomik sorunlarımızı çözmemizin en önemli tedbiridir. Emperyalizmin savunucusu iktisatçılar bizim gibi ülkelere sürekli ne olduğu belli olmayan bir “yapısal reformlar” yapmamızı önerirler. Bu öneri paketlerinde her şey var da üretim ve istihdam yoktur. Çünkü bir ekonominin gücü yaptığı üretim ve yarattığı istihdamla ölçülür.

Burada önemli bir nokta da üretim ve istihdamı artırırken, emeğin verimliliğini de artırmak gerekir. Emeğin verimliliğinin artması iki şeye bağlıdır. Biri teknoloji diğeri ise bu teknolojiyi kullanabilen insanın eğitilmesidir. Nitelikli iş gücü emeğin verimliliğini artırır ve dolayısıyla uluslararası pazarda rekabeti kolaylaştırır. Emeğin veriminin artması işçilerin gelirlerini de göreceli olarak artırır. Toplumsal zenginliğimiz artar.

Vatan Partisi Üretim Devrimi programının 30. Maddesinde, emeğin verimliliği ilgili şöyle der:

“Kaliteli İşgücü için Eğitim”

“En büyük üretici güç, insanın kendisidir. Üretim Devriminin başarısı için kaliteli işgücünün eğitilmesi devletin görevidir. Bu amaçla Endüstri Meslek Liseleri yeniden açılacaktır.

Üniversitelerimiz ve araştırma kurumlarımız ile kamu ve özel sektör arasında araştırma ve eğitim için işbirliği örgütlenecek ve geliştirilecektir.” (Doğu Perinçek, Üretim Devrimi, sayfa 55. Kaynak Yayınları, İstanbul)

İSTİHDAM İÇİN TASARRUF YAPMAK

İstihdam yaratmak, yatırım yapmakla mümkündür. Yatırım yapmak için de sermayeye ihtiyaç vardır. Toplam olarak sermaye ülkenin yapabildiği tasarruf demektir. Ne kadar çok tasarruf yapabilirsek sermayemiz de o kadar artar. O nedenle istihdamı artıralım demek bir anlamda tasarruf oranımızı artıralım demekle eşdeğerdir. Bugün ülkemizde tartışılan en önemli konulardan biri de tasarruf oranını artırmak ve bu tasarrufların nasıl kullanılacağıyla ilgilidir. Bugün ülkemizde tasarruf oranları maalesef oldukça düşüktür. Tasarruf oranlarımızı en az %25’lere çıkarmamız gerekir.

Tasarruf oranımızı yükseltmemizin yanı sıra, bu tasarrufları nasıl kullanacağımız da önem taşımaktadır. Başını CHP’nin çektiği muhalefete göre, yarattığımız tasarrufları yani kaynaklarımızı zor durumda bulunan emekçilere dağıtmak, işsiz kitlelere de sosyal yardımlar yapmaktır. Geçmişte AKP iktidarının yıllarca uyguladığı ve başarısız olduğu, popülist politikalar ile sadaka ekonomisini sürdürmek istiyorlar. İstihdama ve üretime yönelmeyen bir ekonomi bir süre sonra, tasarruf yapamayacak ve o sosyal yardım dedikleri sadaka ekonomisini de finanse edemeyecek bir duruma gelecektir. İşçi ve emekçiden yana gibi görünen bu politikalar ilerde emekli maaşlarını ödeyemez ve sosyal güvenliği karşılayamaz hale gelir. Yatırım yeterince yapılamayacağı için işsizlik büyür ve iç barış sağlanamaz hale gelir. Bu nedenle hızla tasarrufa yönelmeli ve bu tasarrufları yatırıma ve üretime yönelterek, daha çok işsizi iş sahibi yaparak toplumun sosyal yardımlara muhtaç olmadan yaşayacağı bir ortam yaratmalıyız.

SONUÇ

Önümüzdeki sorun yalın ve çıplak olarak şudur. Elimizde var olan kısıtlı kaynaklarımızı mevcut çalışanların gelirlerini artırmada mı, yoksa işsizlere yeni iş alanları açan ve istihdamı büyülten yatırımlara mı kullanacağız? Türkiye ekonomisinin geleceğini belirleyen temel sorun budur. Gelecekte çalışanların gelirlerini artırmak da işsiz sayısını azaltan ve ortadan kaldırmaya yönelik istihdam odaklı bir üretim ekonomisine geçmekle mümkündür.