23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Emekliler yük mü?

Gaffar Yakınca

Gaffar Yakınca

Eski Yazar

A+ A-

Sosyal güvenlik sisteminde “bir emekliye kaç çalışan bakıyor” diye pek yaygın bir hesap yapılıyor. Herkesin dilinde aynı matematik… İşi abartıp “iki çalışanın sırtına bir emekli yüklüyoruz, bu böyle olmaz” diyenler bile var.

Oysa kimsenin kimseyi sırtında taşıdığı falan yok. Devletin bütçesi sadece çalışanların sigorta primlerinden oluşmadığı gibi, emekliler de bir “masraf kalemi” değil.

Sosyal güvenlik sistemi denilen şey, Anayasa ile teminat altına alınan sosyal devlet ilkesinin gereği. Devlet, tüm vatandaşlarını yaşamlarının sonuna kadar asgari bir refah düzeyinde tutmak için bu sistemi kuruyor ve işletiyor. Vatandaşlar da çalıştıkları süre boyunca ödedikleri primlerle bu sisteme enerji veriyor.

EMEKLİ KENDİ HAKKINI ALIYOR

Birincisi, her emekli kendi çalıştığı süre boyunca ödediği primlerin bir karşılığı olarak emekli maaşı alıyor, kimsenin parasını gasp etmiyor. Yani emekli, kimseye yük değil, kendi kendisine bakıyor.

İkincisi, emeklilik sistemi en önce asgari refahı eşit olarak dağıtmayı hedefliyor. Daha fazlasını isteyenler için özel emeklilik sigortaları gibi başka araçlar var.

Üçüncüsü, sağlık ve benzeri sosyal hizmetler emekliler arasında bir ayrım yapılmadan sunuluyor. Ama, örneğin hiç sosyal güvencesi olmayan insanlar da Yeşil Kart gibi uygulamalarla bu sisteme dahil ediliyor. Çünkü sosyal devlet böyle bir şey.

Dördüncüsü -ve en önemlisi-, devlet bütçesi bir geliri bir gidere tayin ederek yapılmıyor. Devletin pek çok farklı gelir ve gider kalemi var. Sosyal güvenlik sistemi de kendi içinde, primler dışında pek çok gelire sahip. Ancak, SGK’nın ve hepsinin üzerinde devlet var. Kurumun gideri gelirinden çok olsa bile devlet bu açığı kapatmakla mükellef. Çünkü sosyal güvenlik kar zarar mantığı ile yapılan bir iş değil.

Akla, “zarar eden bir sistem neden çalıştırılır” diye bir soru gelebilir. Kar zarar dengesi, bir kurumun parasal getirisi ile ilgilidir. Sosyal güvenlik sistemi ise topluma o kadar büyük başka faydalar sağlıyor ki bunları para ile ölçmek mümkün değil. Tüm vatandaşları kapsayan bir sosyal güvenlik sisteminin, toplumsal barışın ve sürdürülebilir refahın olmazsa olmaz koşulu olduğunu kabul etmek gerekiyor.

VAHŞİ KAPİTALİZMİN EZBERİ

“Bir emekliye kaç çalışan bakıyor” mantığı 80’li yıllarda Teçırizm ve yeni sağ dalganın yükselişi ile ortaya çıkmıştı. 90’larda ve 2000’lerde dünyayı kasıp kavuran vahşi kapitalizm, bu saçma ezberi bir tür dogma haline getirdi. Kapitalist ahlaksızlığın havarileri ve onların peşine takılan “uzmanlar” ordusu, ağızlarını her açtıklarında emeklilerden bir yük, bir tür toplumsal ıskarta gibi bahsettiler. Herşeyin paraya endekslendiği bir çağda, tefeci sermaye için “üretken” olmayan her insan bir çöptü.

Vahşi kapitalist ezberler döneminin bir taktiği de emekçiyi emekçiye düşman etmekti. Liberal basın, “overlokçu haftada şu kadar lira alıyormuş”, “çöpçüye bu kadar maaş olur muymuş” türünde kampanyalara öncülük etti. Tefeci sermaye ile, emperyalizmin acenteleri ile kavga etmesi gereken emekçiler, birbirilerine karşı bilendiler. “Emeklileri sırtımızda taşıyoruz” “geyiği” de aynı tezgaha, emekçilerin birbirine düşmanlaştırılmasına, işçi sınıfının bölünmesine hizmet etti.

O dönemin ezberleri zayıflamaya yüz tutmuş olsa da hâlâ yaşıyor. Emekliye külfet gibi bakan kafa, dezavantajlı kesimlere yapılan yardımları da yük olarak görüyor, yoksullarla “makarnacı”, taşralılarla “bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam” diye dalga geçiyor. Üstelik bu sözler artık kendisine “solcu” diyenlerin ağzından dökülüyor! Sürekli eşitsizliklerden yakınanların halka düşmanlıkta bu kadar ileri gitmesi kafalarındaki kötü niyeti açık ediyor.