Emekte son perde mi?-(TAMAMI)
‘Yeni’ Emek Sineması projesi, bırakın ‘en korumacı’ olmayı, her yönüyle bir kamu mülkiyeti olan tarihsel ve kültürel bir mirası taşıyan yapının bir yatırımcı zihniyetiyle ne hale getirildiğinin ya da getirilmek istendiğinin tipik ve de ibret verici bir örneğini oluşturuyor
Uzun süredir kamuoyunda merak edilen,ve de gizlilik içinde yürütülen -ya da bize öyle gelen- Cercle d’Orient ve Emek sinemasına ilişkin proje, Kamer İnşaat tarafından “Beyoğlu’nda yapılacak en korumacı proje” olarak lanse edilerek açıklandı. Projenin bırakın “en korumacı” olmasını bir yana, neredeyse elle tutulacak bir tarafı yok. Proje her yönüyle bir kamu mülkiyeti olan tarihsel ve kültürel bir mirası taşıyan yapının bir yatırımcı zihniyetiyle ne hale getirildiğinin ya da getirilmek istendiğinin tipik ve de ibret verici bir örneğini oluşturuyor. Projenin tercümesinden ortaya çıkan tek gerçek ise; bilinen ve örneklerini bugüne dek fazlaca gördüğümüz bilinen yatırımcı zihniyetin, tarih, miras, anı, belge, sosyal değer vb bunlar gibi nice olguyu tümüyle dışlaması oluyor.
Özellikle her santimetre karesi bir değer olan Beyoğlu’nda bu ve buna benzer yatırımcı zihniyetle mücadele etmek kolay değil. Her şeyi kendi kılıflarına uydurarak, tüm karşı koymalara rağmen yapıyorlar. Örnek mi, o kadar çok ki...Uzaklara gitmeye hiç gerek yok. Emek’in hemen yanıbaşındaki devasa AVM’ye bakmak yeter. Onun için de neler yazılmadı ki. Ama sonuç değişmedi. Şimdi Saray’ın yerinde yeller esiyor. Sanırım birkaç yıl sonra bu AVM’nin yerinde ne olduğu bile anımsanmayıp unutulup gidecek. Bunun gibi Beyoğlu’nun orta yerinde unutulup giden nice binalar var. Öylece kendi yazgılarına terk edilmişler gibi duruyorlar. Ama hiç de öyle değil. Çünkü yıllar yılı Beyoğlu’nda uygulanan taktik, önce boşalt, harabe haline gelsin, sonra da unutturup yık. Emek’ten sonra sıranın Majik’e gelmesi bir rastlantı değil. Aksine Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan değerlerin belirli bir zaman dilimi içinde aynı anda değil, sıra ile unutturup teker teker yatırımcılara teslim edilip yok edilme projesidir. Sırada Narmanlı Han’dan Afrika Pasajı’na, Rumeli Pasajı’ndan Hacçapoula’ya kadar daha neler yok ki. Emek’in yıkımı aynı zamanda tüm bu yapıların da yıkımı demektir. Emek; ya bu ve buna benzer yıkımların önünü ardına kadar açacak ya da yıkılmadığı tekdirde bundan böyle Beyoğlu’ndaki tarihsel ve kültürel binaların yıkımlarının, yok edilmelerinin eskisi denli kolay olmayacağını göstererek sözüm ona “en korumacı projelerin” önünü tıkayacaktır.
Kamuoyunun bu denli hassasiyet gösterdiği, mimarlar odasının karşı çıktığı, kimi uzmanların “rezalet” olarak nitelendirdiği, kimi bakanların Emek yıkılmayacak diye kimi festival sahnelerinde söz verdiği, birçok sivil kuruluşun aylar boyu protesto gösterileri yaptığı Emek sineması, buna rağmen yıkılıyorsa -ya da yıkılacaksa- o zaman bu yıkım projesinin yalnızca Cercle d’Orient projesiyle sınırlı olmadığı gerçeği ortaya çıkacaktır ki, bu da Beyoğlu’nun kimileri tarafından önceden planlanmış bir kimlik değişimi içine sokulduğu gerçeğidir. Eğer böyle ise, Emek sineması bu yıkımların ne ilki ne de sonuncusu olacaktır. İstanbul’daki birçok semt gibi Beyoğlu da değişmiyor, zorla değiştirilip bir başka kimliğin içine itiliyor. Bu kimliğin yeni binaların sevimsiz duvarlarına yansıyan suretinden ne olduğunu anlayabilmek ise çok zor değil. Ne çok tanıdık, ne de o denli yabancı değil.