Emin Çölaşan ağlatısı
Güzel bir karşılık, trajedi için. Acıklı, ağlanacak durumlardan söz ediyoruz. Olaya tam oturuyor…
Aydınlar için iki seçenek var. Gençlik çağının fikirleri var ve bu fikirlerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Yoksa düşünce düzeyinde kalıp beyin yakacak. O zaman seçeneklerden birinin kabulü kaçınılmaz.
Birincisi halka güvenmek. En bilinen örneği Atatürk. Daha başından tek dayanağı vardı. Halkına, o 12 milyon “bitli köylüye” güvendi. Ondaki cevheri gördü. Büyüklüğü burada.
Vatan Partisi’nin liderliği de aynı soydan. Öyle bir güvendir ki bu, Doğu Perinçek tek başına kalsa, doğruyu savunur.
Safça ve soyut bir güvenden söz etmiyoruz. Arkasında derin bir tarih bilinci ve akıl yatar. Ve elbette vicdan… Cennet başkalarıdır.
PATRONUN ADAMI
İkinci türü iyi anlatalım diye imdada Emin Çölaşan yetişti.
Öncü Kadın Genel Başkanı Meltem Ayvalı bam teline bastı:
“Ulusal Kanal için; gündelik işe giren öğrenciyi, evini bağışlayan Cumhuriyet öğretmenini, maaşını veren emekliyi anlayamazsınız. Dava nedir bilmezsiniz, millete güvenmezsiniz.”
Halka güvenecek birikiminiz ve bir davanız yoksa, bir patronajınız vardır. Bu bazen “minik kuş”unuz olur. Bazen, gazetenizin işvereni. Şimdi en vahim yerdeyiz. Tek patron var, Biden. “Halkçı” Biden!
Öyle olur; halk yoksa, millet yoksa Biden vardır. Biden varsa, örtülü ya da örtüsüz fonlar vardır.
DEPREM UMARAK YAŞAMAK
Dikkat buyurunuz, niyet okumuyoruz. Tuttuğunuz yolun sizi götüreceği mecburi istikameti konuşuyoruz. Yol nesneldir. Himalayalar’da otoyol bulamazsınız.
Halka güvensizliğin sizi nereye götürdüğünü uzun süre anlamamak da bu işin bir parçası. Tarih bilinci ve vicdan eksikliği, üstüne biraz da kibir eklerseniz, ufuk yoksunluğu anlamına gelir. O uzun süre boyunca ara dere idare edilebilir. Atatürkçü görünmek bile mümkündür.
Ama her şey gibi yol da sonludur. Siz göremiyor olsanız da çıktığı yer bellidir. Kendinizi Biden’ın kucağında bulduğunuzda ise artık geçtir. Ah bir kazansa diye dua ettiğinize şaşıracak takatiniz bile kalmamıştır.
Burası artık ipin koptuğu yerdir. Kendi ülkesinde afetler, depremler olmasını isteyen mi ararsınız, salgına yakalanan ve ölenlerin sayısı artınca sevinenler mi...
On milyonların öleceği savaşları gözünü kırpmadan tezgâhlayan büyük kartel şeflerini biliriz. Onlar için Azrail kasalarını dolduran bir melektir.
Ama konu Türk aydını olunca bütün bu olup bitenler masal gibi geliyor. İnanılmaz ama gerçek.
TANZİMAT AYDINI
Tanzimat’tan bu yana yetişen, 1940’lardan itibaren de Batı’nın hamur gibi yoğurduğu bir aydın tipi bu. Tarih diye bildiği oradan üflenen yalanlar, haber diye bildiği Atlantik basınının manşetleri.
Bu aydının Vatan Partisi’ne haset kusması da işin doğası. Neyin hasedi? Belki de ta başlangıçta, henüz yol ağzındayken yaptığı muhasebeyi hatırlatıyoruz ona.
Ancak bir başka gerçeğimiz daha var. Namık Kemallerimiz, Mithat Paşalarımız, hepsinin üstünde Atatürk Devrimimiz…
Bunları Batı emperyalizmine tarihimizden bir karşılık vermek için yazmıyorum. Zaferimizin adıdır onlar. Kazanmakta olduğumuz zaferin.
Tanzimat aydını için yolun sonunda, millet içinse taptaze bir başlangıçtayız.