Emperyalizme karşı dost arayışındaki Somali’ye uzatılan Türk eli-I
Afrika’da Eritre, Cibuti, Somali ile Etiyopya’nın bulunduğu ve gergedan boynuzuna benzediği için “Afrika Boynuzu” olarak tanımlanan bölge, Kızıldeniz girişinde yer alan kritik bir coğrafyadır. Afrika Boynuzu ülkelerinden Yemen Denizi’nde 1.400, Hint Okyanusu’nda da 1.800 kilometrelik kıyı şeridiyle Somali, uzun zamandır Türkiye’nin jeopolitik ilgi alanı içinde yer almaktadır.
1960’ta 1’er ay arayla, İtalyanların Somali’nin güneyinden; İngilizlerin de Somali’nin kuzeyinden çekilmesi sonrasında bağımsız Somali doğdu. Somali’nin batısındaki 200 bin km2 yüz ölçümü bulunan, çöl Ogedan bölgesi ise, Somalilerin yaşadığı bir bölge olmasına rağmen, Afrika Boynuzu’nda savaş potansiyeline sahip kaotik bir bölge isteyen emperyalizm tarafından bilerek 1954’te Etiyopya’ya bırakıldı. Babelmandeb Boğazı girişindeki Fransız Somalisi, yani Cibuti ise, 1977’de bağımsızlığını kazandı; ama, -eski efendileri Fransa’yı kızdırmamak için- Somali ile birleşmeyi, aklından bile geçirmedi.
BAĞIMSIZ SOMALİ’NİN KURAKLIK, SAVAŞ VE EMPERYALİZM İLE İMTİHANI
Tropik ve astropik kuşaklar arasında yer alan Somali, çöl sıcaklarının etkisi altında kalmaktadır. Somalilere göre; ülkelerinde yaz ve kış mevsimi yoktur, “jilaal (kurak) mevsim” ve bazen hiç gelmeyen “gu (yağmur) mevsimi” vardır. Bu nedenle, Somaliler, suya “mavi altın” adını koymuşlardır.
Tarımı güçleştiren kötü iklim kaderiyle kalkınmakta zorlanan Somali, 1969’ta bir askerî dikta rejimine dönüşmüş; 1970’lerde Doğu Bloku’na yaklaşmış; nihayet Ogedan için 1977’de Etiyopya ile yaptığı savaştan sonra “tükenerek” yeniden Batı emperyalizminin ağına düşmüştü. Tükenmiş Somali halkı, 1991’de “dikta rejimi”ni zorla devirirken devleti de çökertmiş; kendilerini 21 yıl devletsiz ve ordusuz bırakacak bir iç savaşın içine düşmüştü.
Bu ortamı kaçırmak istemeyen Batı emperyalizmi, UNOSOM I-II ve UNITAF adlarıyla, -hesapta istikrarı sağlamak ve insanî yardım yapmak amacıyla- Nisan 1992’den itibaren Somali’ye asker yolladı. ABD ve vekil devletlerin toplamda 22 bin kadar askeri, “Umut Operasyonu” adını verdikleri bir harekât ile Somali’yi kontrol etmeye çalıştı. Bir Türk mekanize bölüğü de 2 Ocak 1993-22 Şubat 1994 arasında Somali’de görev almış, hatta UNITAF’ın komutası da 4 Mayıs 1993-18 Ocak 1994 tarihleri arasında Çevik Bir adında meşhur bir generalimizin komutasına verilmişti. Somali’ye ilk adımını attığı bu dönemde, Somali yönetimini kendi çıkarına uygun şekillendirmek üzere müdahaleye yeltenen ABD, 3-4 Ekim 1993’te yıldırım çarpmışa döndü. Emperyalizmi ülkelerinde istemeyen milis gruplarla yapılan bir sokak çatışmasında, ABD askerlerinden 18’i ölmüş, 75’i yaralanmış; öldürülen bazı ABD’li askerler, ayaklarından direklere asılarak Mogadişu sokaklarında sergilenmiş; bu görüntüler yayınlanınca Amerikan kamuoyu ayağa kalkmıştı. Birkaç ay sonra Somali’de tek bir ABD askeri bile kalmamış; ABD’nin çıkarlarına hizmet etmek için Somali’de bulunan -Türkiye dâhil- diğer devletler de askerlerini 1995’e kadar bölgeden tahliye etmişlerdi.
DEVLETSİZ KALAN SOMALİ DENİZLERİNİN EMPERYALİZM İLE İMTİHANI
Modern dönemin ilk devletsizlik tecrübesini yaşayan halkı olarak Somalililer, hissedilir zayiat verdiren asimetrik tepkisi sayesinde topraklarını emperyalist işgalinden kurtarmıştı. Peki ya denizleri? Bir devleti ve bir deniz kuvveti olmayan bir halkın, 3.200 km’lik kıyılarının 200 deniz mili ötesine uzanan deniz vatanını, Batılı emperyalist haydutların yağmasından koruması mümkün müdür? Hayır!
Somali deniz vatanı; jeopolitik gücünü ve keşfedilmemiş madenlerini bir kenara bırakın, zengin ve kaliteli balıkların yuvasıdır. İç savaş ve kuraklık nedeniyle yüzbinlerce Somalilinin açlıktan öldüğü, böylesi vahşi ortamda onları hayatta tutan besin, balıklar olmuştu. Fakat, Somali topraklarından dışarı atılan emperyalist Batı; 1995’ten sonra, bu defa kaçak balıkçı gemileri ile korunmasız Somali sularının -yıllık 24 milyar dolar değere sahip- balık kaynaklarına dadandılar. Balıkları çalındığı için açlıktan ölümlerin anormal şekilde arttığı Somali’de balıkçılar, denizden elleri boş dönmeleri yetmiyormuş gibi, bölgeden geçen Batılı sivil gemilerden bazılarının Somali sularına -göstere göstere- kimyasal ve radyoaktif atık gömdüklerini fark ettiklerinde çılgına döndüler. Somali balıkçılarının cinneti, Somali’de kaçak avlanan yabancı balıkçı gemilerine ve Somali sularından geçen yabancı ticaret gemilerine saldırı ve kaçırma olaylarının başlamasına yol açtı. Küçük balıkçı tekneleri ile ticaret gemilerine el koymak, sanıldığı kadar başarılması kolay bir şey değildir; bu nedenle, Somalili balıkçıların yüzlerce teşebbüsünden yalnızca birkaçı başarılı olabilmiş ve kaçırılan birkaç ticaret gemisi de, radyoaktif/kimyasal atık gömme tazminatı alınarak serbest bırakılmışlardı. Tabii, balık hırsızı haydut Batı; bu olayları, “deniz haydutluğu” veya “korsanlık” gibi adlandırmalar ile -günü geldiğinde bahane olarak kullanmak üzere- köpürtüp durdu.
Denize kıyısı olmayan, yani, “karaya kilitli ülke” statüsündeki Etiyopya, denize çıkabilme ümidiyle ve tabii ki Batı’nın da hararetli teşvikiyle, 2006-2009 döneminde, Somali İç Savaşı’na müdahil olunca, Somali’deki dengeler tamamen karıştı. Müslüman Somali’nin Hristiyan Etiyopya tarafından işgal edilmeye çalışıldığını gören Somali’nin şeriatçı kesimi, 2007’de 10 bin kişilik askerî gücü bulunan, radikal El Şebab (Genç Mücahitler Hareketi) Örgütü’nü kurdu. Bu örgüt, Afrika Birliği’nin Somali’de istikrarı sağlamak için görevlendirdiği ve toplam mevcudu 20 bini geçen Etiyopya, Kenya, Uganda, Burundi ve Cibuti askerleri ile savaşmaya başladı. Somali İç Savaşı’nın tarafları arasında uzlaşıya kapalılığı ile bilinen El Şebab Örgütü, zamanla, Somali, Etiyopya ve Kenya’da yüzlerce masum sivilin katliamından sorumlu küresel bir terör örgütüne dönüştü. Birbirine düşman gibi görünen El Şebab ile emperyalist Batı’nın arasındaki düşmanlık, inandırıcılıktan yoksundur. Batı’nın etkinlikleri, her zaman için El Şebab’ın; El Şebab’ın etkinlikleri ise, Batı’nın ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramamıştır. Örneğin, Somali deniz vatanında gemi kaçırma olaylarına el atan El Şebab, kaçırılan gemi sayısının yıllık 3-5’ten hızlıca 30-50’ye tırmanmasına yıl açtı. Batılı devletlerin yanı sıra, Londra merkezli denizcilik, sigorta ve güvenlik şirketlerinin kârlarını birkaç misli artırmak amacıyla, o dönemde “deniz haydutluğu”na başlamaları için el altından El Şebab Örgütü’nü desteklemiş olmaları artık bir sır olmaktan çıkmıştır. Sonunda, aradığı bahaneyi bulan emperyalist donanmalar, 2008’den itibaren Somali deniz vatanına üşüştüler ve Cibuti’de üslenerek Somali denizlerini işgal ettiler. 2008-2012 döneminde, Batı’nın işgalci savaş gemileri, yalnızca “deniz haydutluğu” ile mücadeleye odaklanırken; Batı’nın hırsız balıkçılarına müdahale etmemiş; Batılı sivil gemilerin Somali sularına radyoaktif/kimyasal atık gömme alışkanlıklarını da her zaman görmezden gelmişlerdir.
SOMALİ’YE UZATILAN DOST ELİ
Kuzeydeki Somaliland eyaletinin inatçı bağımsızlık iddiası devam etmekle birlikte Somali’de, 2012’de kabile kavgaları sona erip hükûmet kalıcılaştı ve 2016’da da “4 buçuk kabile” esasına dayanan bir anayasal düzen ortaya çıktı. Fakat, Somali’de istikrara geçişin yaşandığı bu dönemde, emperyalizmin siyasi ve ekonomik ayak sesleri, yeniden duyulmaya başlandı. Nitekim, Afrika Boynuzu’nda 12,4 milyon, Somali’de de 4 milyon insanın açlığa düştüğü ve son 60 yılın en büyük kuraklığı olarak bilinen felaketin yaşandığı yıl olan 2011, “ekonomik tükenmişlik” içindeki Somali için, emperyalizmin şartlı ekonomik desteğine hayır diyemediği bir dönemin başlangıcı da oldu. 2011 yılında Somali’ye Türkiye’den de, ama 1993’tekinden çok farklı olarak “emperyalizmden bağımsız” bir el uzatılmıştı. Türkiye’nin 2011’de uzattığı dostluk elini sıkı sıkı tutan Somalili kardeşlerimiz, Türkiye’nin niyetinin “emperyalizme çanak tutmak yerine, emperyalizme karşı iş birliği ve emperyalizme karşı birlikte mücadele” olduğunu anlamakta gecikmedi.
Somali’de; bir tarafta, emperyalizmin parası, diğer tarafta Türkiye’nin samimi kardeşliği… Daha neler yaşandığını merak ettiniz değil mi? 2011 sonrasında “emperyalizm ile mücadelesini Somali’ye taşıyan Türkiye” ile “Somali’deki jeopolitik sömürü fırsatını kaçırmak istemeyen emperyalizm” önümüzdeki haftanın konusu… 2030’larda şu konuda da yazmak nasip olur inşallah: “2024 sonrası: Kader ortaklığı yapan Türkiye ve Somali’nin emperyalizmden kurtuluş dönemi…”