‘En büyük zararı biz verdik’
Önceki hafta boyunca yayımlanan, “Bilim, sporumuzun neresinde?” başlıklı araştırma dizisine, siz okurlar, beklediğim üzere rağbet etmediniz. İçimden, bir araştırma da, “Aydınlık okuru neyle ilgili?” başlığı için yapmak geçiyor(!) Şaka bir yana, bilimle sporun ilişkisi, medyada irdelenmemiş bir konuydu, -dediğim gibi- yeterli ilgiyi görmeyeceğini bilerek ve fakat görev bilinciyle, tarihe not düşmek için bu çalışma yayımlandı.
O yazı dizisinde; spor yöneticilerinin, işlerin yolunda gitmemesinin “baş sorumlusu” olduğuna dair görüşler ağırlıktaydı. Örneğin, Aydın Örs, “Yöneticiler, Türkiye’nin sahip olduğu iyi yetişmiş insan potansiyeline inanmalılar. Esas sorun, vizyoner yöneticilerimizin yeterince olmamasındadır.” demişti. Ankaragücü antrenörü Ümit Geçmen, “Futbol kulüplerini yönetenlerin kısa vadeli beklentiler içerisinde hedefler koyması, amacın direk saha sonuçlarıyla ve kısa vadede değerlendirilmesi, vizyonu sekteye uğratıyor.” şeklinde görüş belirtmişti.
Ötesi, kendisi de bir yönetici olan Fethiyespor Başkanı İsmail Öztürk, “Görev idarecilere düşüyor. Ancak onların egoları o kadar yüksek ki... Eğitmenlerimiz çok gelişti, dünyayla uyumlular, sorun yöneticilerde. Bilim, antrenörü, futbolcuyu, hakemi eğitip geliştirebiliyor, ya yöneticiyi?” sözleriyle noktayı koymuştu.
TRABZONSPOR’UN AÇMAZI
Şimdi, bu saptamaları somutlaştıracak bir örnekle devam edelim. Amaç kişiler değil elbette; bilinen, göz önünde olan bir örnekle soruna açıklık getirmek. Burada ayna tuttuğumuz profiller ve onların vizyonlarıyla, 483 milyon lira bütçeli Trabzonspor Kulübü arasında bağlantı kurmayı size bırakıyoruz.
Yüzde 2’yi bulmayan oy farkıyla Trabzonspor’un yönetimine seçilmelerinin üzerinden henüz 1 yıl bile geçmedi. İbrahim Hacıosmanoğlu başkan, Sabahattin Çakıroğlu başkan yardımcısı olmuşlardı. “Ölümüne beraberiz” mesajları veriyorlardı. Benzerlikleri çoktu.
Ayrı ayrı verdikleri özel röportajlarında; eğitim, sanat, siyaset gibi konulardaki
paralellikleri dikkat çekiciydi...
TIPA TIP...
H: İlkokulu bitirdim ama 4. sınıfa kadar okuma yazma bilmiyordum! Sonra eniştem 2 günde öğretti okuma yazmayı. Hayattaki duruşumu da o öğretti.
Ç: Ailemden, birkaç üniversite bitirsem öğrenemeyeceğim şeyleri öğrendim.
H: Tiyatroya gitmez olur muyum? Çocukken tiyatroda oynamıştım zaten.
Ç: Şiire de çok meraklıyım ve kendim de şiir yazıyorum. 650 adet şiirim vardı, “Ela Gözlüm” diye bir şiirim vardı. O yüzden eşim tüm şiirlerimi şöminede yaktı. Eşim kahverengi gözlü çünkü.
H: Kendimden çok şey bulduğumu ifade ettim kendisinde. Sayın Başbakanın bu ülkenin başında daim olmasını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ediyoruz. Katkımız olursa seviniriz.
Ç: Sağ görüşlü bir aileden geliyorum. Doğru Yol Partisi ve Demokrat Parti’den milletvekilliği yapmış olan amcalarım var. Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı sırasında, Pendik’te 2 yıl Belediye Meclis Üyeliği görevinde bulundum.
İTİRAFA GEL...
Çakıroğlu geçen Aralık’ta, “Bu zihniyete daha fazla yardım ve yataklık etmemek adına üstlenmiş olduğum Trabzonspor başkan yardımcılığı, basın sözcülüğü ve Kulüpler Birliği yönetim kurulu üyeliğinden feragat ediyorum.” açıklamasıyla yoluna sade yönetici olarak devam edeceğini açıklamıştı.
Geçen hafta ise, yöneticilikten de istifa ettiğini şöyle duyurdu: “Pişman olmasaydım istifa etmezdim. Biz Trabzonspor Kulübüne gelmiş geçmiş en büyük zararı veren ekibiz”
Çakıroğlu’nun ilk seçimde başkan adayı olacağına hemen herkes inanıyor; Hacıosmanoğlu ise, halen başkan...
DİNLER ARASI RAKABET ARENASI: FUTBOL...
Eksik oldu başlık. “Dinler arası rekabetin gösteri arenası: Futbol...” olmalı doğrusu. En son Atletico Madrid’in, Türk-Müslüman futbolcusu Arda Turan’ın gol sonrası için kurgulanmış gösterisi yansıdı ekrana: Secde...
Türkiye liglerinde alışığız buna; işi ilerlettiler, yan yana üçlü-beşli yapıyorlar şovu, cami misali. İnançları gereği yapsalar hadi neyse, ama bizim futbolcu kalitemizi biliyoruz. Rüzgarın önündeki hazan yaprağıdır geneli...
Hristiyan inancına sahip futbolcuların, benzeri durumlarda istavroz çıkarmalarına zaten yıllardır aşina futbol izleyicileri. Hatta, Kaka gibi evanjelistlerin sahada ayin yapmalarına ramak kaldığı oldu geçmişte.
Öte yandan, geçen hafta Barcelona’nın siyahi Brezilyalı’sı Daniel Alves’e sahada atılan muz ve onun muzu ham yapması; yapay büyüklükte zincirleme reaksiyon yarattı. Yaşamı boyunca böyle işleri kafaya takmamış “lay-lay-lomcu” futbolcular bile rantını devşirmeye kalktı işin, elde muzla...
IRKÇILIK YASAK! YA DİNCİLİK?
Aradaki farkı ayırt etmekte zorlanıyorum. Futbol denilen oyunda, ırkçılığın yeri yok da, “dinciliğin” var mı? Ama, “onda rakibi-oyuncuyu aşağılama yok” demeyin; siz (FİFA) bu yola izin verirseniz, yarın nereye varacağını kestiremezsiniz. Bugün dünyadaki, emperyalist körüklemelerin yarattığı çatışma-savaş ortamlarının belki yarısı din temelli değil mi?
Ötesi, nerede birleşir, nerede ayrılır din ekseniyle, etnik eksen, ırkçı eksen? Sivassporlu İbrahim Dağaşan Filistin bayrağını sahaya dikip ceza aldığında, niyeti, “Ezilen Filistin” miydi, “Müslüman Filistin” mi kim ayırt edecek?