24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Enerji, hayat pahalılığı ve resesyon 2

Michael Roberts

Michael Roberts

Gazete Yazarı

A+ A-

Bu fiyat artışları nasıl açıklanabilir?  Perakende enerji tekellerinin elde ettiği kârlardan çok söz ediliyor. Büyük kârlar elde ettikleri ve hissedarlarına milyonlar dağıttıkları doğru. Ancak bu perakendecilerin maliyetlerinin dağılımına baktığınızda daha derin bir hikâye ortaya çıkıyor.

Enerji, hayat pahalılığı ve resesyon 2 - Resim : 1
* Ofgem’in açıklaması, Ekim 2021 - Ekim 2022 arasında enerji tavan fiyatının
ücretlerden 35, devletin yardım ödeneğinden ise 57 kat hızlı yükseldiğini gösteriyor.

SHELL, BP, MOBIL, EXXON

Ofgem'in enerji perakende şirketlerini, işletme maliyetleri değil toplam maliyetler üzerinden, sadece yüzde 2'lik bir kâr oranıyla sınırlandırdığını görüyorsunuz. Ancak bu maliyetler, gaz ve elektriğin borulardan ve hatlardan evlere dağıtılması maliyetlerini de içermektedir. Bu hizmetlerin tedarikçileri ise ayrıdır (Birleşik Krallık'ta Büyük Altılı denilen tekel grubu). Büyük Altılı, perakende şirketlerine verdikleri fiyatlarda yüzde 40'a varan bir kar oranı uygulayabiliyor ve böylece hane halkının ödediğinin yaklaşık yüzde 7-10'unu elde edebiliyor. Dağıtım şirketlerinin sahibi, toplam içinden kendi paylarını alan çeşitli hedge fonları ve özel sermaye şirketleridir.

Ancak hane halkı faturasının en büyük kısmını, Shell, BP, Mobil, Exxon gibi küresel enerji şirketlerinin gaz ve petrol için talep ettiği fiyat oluşturuyor.

KÂRIN ESAS KAYNAĞI

İşte kârın esas kaynağı burada yatıyor. Bu kârlar arasında, ikinci çeyrekte BP'nin rakibi Shell'in 11,5 milyar dolarlık rekor kârı, ABD'li ExxonMobil ve Chevron'un sırasıyla 17,6 milyar ve 11,6 milyar dolarlık rekor kârları ve Fransız Total'in 9,8 milyar dolarlık kârı da bulunuyor. Şirketler yılın ilk altı ayında yaklaşık 100 milyar dolar düzeltilmiş kâr (adjusted profit) elde etti.

Dolayısıyla Birleşik Krallık Ofgem'in başkanı Jonathan Brearley "Şirketleri fiyatın altında enerji almaya zorlayamayız... hepimizin birlikte çalışması gerekiyor" dediğinde bir bakıma haklı. Eğer piyasa kuralları işlerse, Ofgem'in düzenleyici yetkileri pek işe yaramaz çünkü Ofgem, şirketlerin kâr etmesi prensibiyle çalışıyor. Ancak Ofgem'in amacı doğal tekel koşullarında hane halkları için adil bir anlaşma sağlamaksa, o zaman bu görevinde açıkça başarısız olmuştur. Birleşik Krallık'ta 1980'lerin sonu ve 1990'ların başından bu yana gaz ve elektrik dağıtımının özelleştirilmesi, bir avuç çok büyük ve güçlü firmanın büyük kâr marjlarının keyfini sürmesine ve hissedarlarının büyük temettüler elde etmesine neden olurken, Birleşik Krallık'taki haneleri çok yüksek enerji faturalarına maruz bırakıyor.

Örneğin, altı büyük distribütör son on yılda vergi faturalarının altı katı olan yaklaşık 23 milyar sterlin temettü ödedi. Ancak bir CEO'nun dediği gibi, "Şirketler kâr elde etmek için vardır ve temettüler kârı hissedarlarla paylaşmanın bir yoludur”.

‘PİYASA SİSTEMİ ÇALIŞMIYOR’

İktidar sahipleri de enerji fiyatlarındaki patlama karşısında şok olmuş durumdalar. Gerçekten de birçoğu, ekonomideki piyasa fiyatlandırması ilkesini sorgulayarak bunu, "resmen gülünç" (Boris Johnson), "absürd" (Emmanuel Macron) ve "bu piyasa sistemi artık çalışmıyor" (Ursula von der Leyen) olarak nitelendirdi. AB başkanı bu durumun "mevcut elektrik piyasası tasarımımızın sınırlarını ortaya çıkardığını" kabul etti. Peki çözüm nedir? "Elektrik için gerçekten işleyen yeni bir piyasa modeline ihtiyacımız var" (!). "Potansiyel olarak gazın piyasa fiyatının oluşumundan ayrıştırılmasını içeren alternatif piyasa tasarımları". Yani gaz fiyatları kontrol edilecek ve piyasaya tabi olmayacak. Ama nasıl?

EKONOMİDE DEVRİM İHTİYACI

Birleşik Krallık hükümetinden, muhalefetteki İşçi Partisi'nden ve çeşitli düşünce kuruluşlarından gelen, Avrupa'daki ve özellikle Birleşik Krallık'taki milyonlarca haneyi bekleyen felaketin nasıl hafifletileceği veya önleneceği konusundaki sayısız öneriye daha fazla girmeyeceğim. Girmeyeceğim, çünkü hepsinin ortak noktası var: Enerji fiyatları piyasasını sona erdirmek ya da enerji şirketlerini, perakende, dağıtım ve toptan satış şirketlerini ortak mülkiyete geçirmek için hiçbir önerileri yok (Birleşik Krallık’taki Sendikalar Kongresi (Trades Union Congress) sadece perakende satış şirketlerinin kamulaştırılmasını öneriyor). Bunu yapmak için enerjiden başlayarak ekonomilerin yapısında devrim niteliğinde bir dönüşüm gerekiyor.

Yine de sınırlı bir ölçekte bile, enerjide kamu mülkiyeti işe yarıyor. Örneğin Almanya'da tüm elektriğin üçte ikisi belediyeye ait enerji şirketlerinden satın alınıyor ve 2016'dan bu yana Münih Belediye Meclisi her hanenin ihtiyacına yetecek kadar yenilenebilir enerji tedarik ediyor. Danimarka tamamen kamuya ait bir iletim şebekesine ve dünyadaki en yüksek rüzgâr enerjisi oranına sahiptir. Kamuya ait bir enerji sistemi (publicly owned energy system), topluluklara ait enerji (community-owned energy) gibi daha küçük ölçekli çalışmalarla tamamlanabilir. Eigg adası 2008 yılında rüzgâr, su ve güneş enerjisiyle çalışan, şebekeden bağımsız bir elektrik sistemi kuran ilk topluluk olmuş ve yerel halkın kendi enerjileri üzerinde daha fazla pay ve söz sahibi olmasını sağlamıştı.

Ancak bu adımlar sınırlı ve kısmî. Genel olarak, piyasa kuralları ve "Büyük Petrol" şovun sahibi. Ve şimdi piyasa fiyatlandırması, G7 liderlerinin Rusya'yı savaşta yenmeye yönelik umutsuz girişimleriyle daha da beter hale geliyor.

‘YEŞİL DÖNÜŞÜM’ BAŞARILAMIYOR

Sonuç olarak, fosil yakıt enerji üretimi hızlandıkça ve enerji fiyatlarını kontrol etmeye yardımcı olan fosil yakıt sübvansiyonları arttıkça, karbon emisyonlarını kontrol etme ve küresel çaptaki hedefleri karşılama çabaları tersine dönmektedir. Enerji vergisi sübvansiyonları sadece AB'nin fosil yakıt ithalatına bağımlılığını güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda Avrupa Yeşil Anlaşması'nın (European Green Deal) iklim hedeflerine ulaşılmasına da engel oluyor.

Başkan Joe Biden dönemi olan 2021 yılında ABD'de kömür yakıtlı elektrik üretimi, kendini ABD'nin kömür endüstrisinin kurtarıcısı olarak konumlandıran eski Başkan Donald Trump'ın 2019 yılında olduğundan daha yüksekti. Avrupa'da ise kömürden elektrik üretimi 2021'de yüzde 18'lik oranla neredeyse son on yılda ilk kez artış gösterdi.

Oxford Üniversitesi'nde enerji politikası profesörü olan ekonomist Dieter Helm, fosil yakıtlardan uzaklaşmanın nadiren bu kadar karmaşık göründüğünü söylüyor. "Enerji geçişi zaten sorunluydu - dünya enerjisinin yüzde 80'i hala fosil yakıtlardan elde ediliyor" diyor, "Kısa vadede ABD'nin petrol ve gaz üretimini arttıracağını ve AB'nin kömür tüketiminin artabileceğini tahmin ediyorum."

ACİL ÇÖZÜM: KAMULAŞTIRMA

Aşikâr sonuçtan kaçış yok. Enerji felaketini önlemek ve şu an süren yaşam standartlarındaki büyük düşüşü tersine çevirmek için fosil yakıt şirketlerini devralmamız, yenilenebilir enerji kaynaklarına daha fazla yatırım yaparak hane halkları ve küçük işletmeler için yakıt fiyatlarını düşürmek üzere üretimlerini aşamalı olarak durdurmamız gerekmektedir.

Tabii bu, yatırımları toplumun gerçekten ihtiyaç duyduğu şeylere yönlendirmek üzere küresel bir plan oluşturmak anlamına gelir: Yenilenebilir enerji, organik tarım, toplu taşıma, kamu su sistemleri, ekolojik iyileştirme, kamu sağlığı, kaliteli okullar ve henüz karşılanmamış diğer ihtiyaçlar. Böyle bir plan aynı zamanda kaynakları, Kuzey'deki yararsız ve dahi zararlı üretimden Güney'i kalkındırmaya, temel altyapı, hijyen sistemleri, devlet okulları ve sağlık hizmetleri inşa etmeye kaydırarak dünya çapında kalkınmayı eşitleyebilir. Ayrıca bu plan, gereksiz ya da zararlı endüstrilerin küçültülmesi ya da kapatılmasıyla yerlerinden edilen işçilere muadil işler sağlamayı hedefleyebilir.

Artık işimiz çok zor. Milyonlarca kişi rekor boyutlarda bir hayat pahalılığı kriziyle karşı karşıya. Üretim, yatırım ve istihdamda yeni bir küresel çöküş olasılığını da unutmayalım. IMF'ye göre, G20 ülkelerinde (daha doğrusu Suudi Arabistan hariç en büyük 18 ekonomide) reel gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) 2022'nin ikinci çeyreğinde düştü, ancak enflasyon oranı yükselmeye devam etti.

IMF'ye göre "Küresel görünüm Nisan ayından bu yana önemli ölçüde kötüleşti. Dünya, sonuncu üzerinden henüz iki yıl geçtikten sonra, yakında yeni bir küresel resesyonun eşiğine gelebilir”. Küresel politika yapıcılardan oluşan "Group of 30" isimli konsorsiyumunun başkanı Jacon Frenkel durumu özetledi: "Enerji krizimiz var, gıda krizimiz var, tedarik zinciri krizimiz var ve savaşımız var, tüm bunların dünyanın ekonomik performansı üzerinde derin etkileri var".

Enerji, hayat pahalılığı ve resesyon 2 - Resim : 2
G20, çekirdek enflasyon ve GSYİH büyüme