24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Enflasyon ve tarım

Erkan Rehber

Erkan Rehber

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye yeni yıla enflasyon tartışmaları ile girdi. Resmi verilere göre % 20’yi aşan enflasyon oranı, bazı sektörlerde % 50’leri zorlamaktadır. Türk lirasının yabancı paralar karşısında hızla değer kaybetmesi durumu daha ağırlaştırmıştır. Bu olumsuzluklara, tarımın doğal koşullara bağlılığı nedeniyle, üretimin yıl içinde olduğu kadar, yıldan yıla gösterdiği dalgalanması da eklenince, tarımsal ürünler ve işlenmiş gıdalarda, özellikle mevsim dışı ürünlerde olağandışı fiyat artışlarıyla karşılaşılmıştır. Kuşkusuz bu ürünler halkın yaşamında büyük öneme sahiptir. Ancak, hemen bütün ürünlerde yüksek fiyat artışları söz konusu iken, gıda fiyatlarındaki artışlar sürekli gündemde tutulmaktadır. Başka bir deyişle, diğer mal ve hizmet fiyatları yerinde dururken, sadece gıda fiyatları artmış gibi bir hava estirilmektedir. İlkbaharda ilk turfanda erik çıktığında kg fiyatının 200 lira olması normal karşılanıp neredeyse bir müjde gibi sunulurken, kara kış ortasında, tarla ve seraları sel almışken, bir kilo yeşilbiberin 15 lira olması tartışılıyor. Baharda eriği 200 liradan kim alıyorsa, yeşilbiberi de onlar alsın diyebiliriz. İsteyende mevsim meyvesi mandalina-portakal alsın üç liradan, fiyatı sorgulanmayan. Herkes durduğu yerden suçu başkasında aramaktadır. Kimi üreticileri, kimi aracıları, kimi de son halka olan perakendecileri suçlamaktadır. Bu medyatik yönlü tartışmalar, izlenen yanlış tarım politikalarının, sektör aktörlerinin kendi çıkarlarını koruma adına yaptıkları yanlışların görülmesini engellemektedir. Bir anlamda tarımın temel sorunları gölgelenmektedir.
TARIMDA YAŞANANLAR
Türkiye tarımında önemli sorunlar bulunmakta olup, bu sorunlar giderek derinleşmektedir. Diğer sektörlerde olduğu gibi, Cumhuriyetle birlikte inanılmaz gelişmeler sağlanmış, sürdürülebilir bir tarım sektörü yaratabilmek için çok önemli alt ve üst yapılar oluşturulmuşken, II. Dünya Savaşı ile birlikte ulusal çıkarlara dayalı milli politikalar değişmeye başlamıştır. Her alanda olduğu gibi, tarım politikalarının oluşturulması ve uygulanmasında ABD’nin güdümünde olan Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve benzeri uluslararası kuruluşlar etkili olmaya başlamışlardır. Tarihi süreç içinde birtakım gelişmeler sağlanmakla birlikte üretici ve tüketiciden yana, sürdürülebilir bir tarım sektörü yaratılamamıştır. Aksine 1980 sonrası ortaya çıkan özelleştirme ve liberalleşme anlayışı ile yıllar içinde oluşturulan kamuya ait birçok tarımsal girdi üreten ve sanayi işletmeleri özelleştirme yoluyla ulusal, uluslararası tekellere bırakılmış ve bazı sektörler ise yok edilmiştir. Bu dönemde sağlıksız kentleşme ve sanayileşme yoluyla tarım alanlarının amaç dışı kullanımı hızlanmıştır. Nitekim 1980’de yaklaşık 50 milyon hektar olan tarım arazi genişliği, 2017 yılında 38 milyon hektara gerilemiştir. En çarpıcı azalma çayır mera alanlarının 22 milyon hektardan 14.6 milyon hektara düşmesidir. Sağlıksız kentleşmenin tartışıldığı Türkiye’de 2012 yılında çıkarılan zorunlu kentleşme yasası diyebileceğimiz bir yasayla binlerce köy mahalle yapılmıştır. Bu uygulamanın sayılamayan sakıncalarının biriside tarım alanlarının amaç dışı kullanımını hızlandırmasıdır. Üretimi artırma adına işletmeleri büyütme savıyla, sınırlı kaynaklar sektör dışında sanayici, esnaf, beyaz yakalı kişilere aktarılırken küçük aile işletmeleri neredeyse üretim dışına itilmiştir. Kamu kaynakları üretici için kısılırken, tarım bankacılığı sloganıyla çiftçiler yüksek faizlerle özel bankalara borçlandırılmıştır. Borçların toplamı 100 milyar lirayı aşmıştır. Halen sürdürülen, ithalat yoluyla tarımı terbiye etme hatası sürdürülmektedir. 2000 yıllında birbirine eşit şekilde, 1.5 milyar dolar olan ithalat ve ihracat düzeyi olumsuz yönde değişmiştir. Neredeyse ithal edilmeyen ürün kalmamıştır. 2018 yılında tarım ürünleri ithalatı 10 milyar dolara ulaşmış, ihracat beş milyar dolar düzeyinde kalırken, ihracat değeri kadar bir dış ticaret açığı ortaya çıkmıştır. Üreticiler büyük ölçüde özel sektörün hâkim olduğu giderek tekelleşen girdi piyasasında, artan fiyatlar karşısında yeterli girdiyi kullanarak istediği üretimi sürdürmekte güçlük çekmektedir. Benzer şekilde, ürün piyasalarında da, artan tekelleşen ve örgütlü işbirliği içindeki sanayi, aracılar ve giderek yaygınlaşan güçlü perakende zincirleri karşısında oldukça güçsüz durumdadırlar. Bu yapıda iki yönlü kıskaç içinde kalan çiftçi üretimden vazgeçmek durumuna gelmiş yaklaşık üç milyon hektarlık arazi üretim dışında kalmıştır.
NE YAPILMALIDIR?
Bu yanlış politikalardan kesinlikle vazgeçilmelidir. Küçük aile işletmelerini güçlendirecek, çiftçiyi tarımsal üretimin içinde ve kırsal alanda tutacak politikalar izlenmelidir. Tek amaç; ulusal gıda güvenliği hedefiyle tarımsal üretimin sürdürülmesi ve kırsaldaki yaşam koşullarının iyileştirilmesi olmalıdır. Ziraat odaları, kooperatif ve birliklerin üye sayılarına bakılarak, üreticinin örgütlü olduğu düşünülmesi doğru değildir. Maalesef bu örgütlerin söz konusu tekeller karşısında pazarlık güçleri çok zayıftır. Benzer şekilde karar vericileri kendi ve ülke çıkarları doğrultusunda etkileme güçleri de yok denebilecek durumdadır. Üreticilerin destek ve yardımdan çok, sözü edilen güçlerini artıracak bir yapılanma yönünde istek ve gayret göstermesi gerekmektedir. Kırsal kesime ve çiftçiye yönelik sosyal ve tarımsal desteklerin anılan hedeflere yönelik alt yapılar ve örgütler oluşturma amacıyla kullanılması çok önemlidir. Yıllardır tarıma yapılan dikkate değer mali desteklere karşın arzu edilen bir sektör yaratılamaması, yazılanların gerçekliğinin bir kanıtı değil midir?